28 Temmuz 2010 Çarşamba

Necmiye Alpay yazdi:

Sandığın iki yönü

Neden Boykot'tan: Radikal Gazetesi yazarlarindan Necmiye Alpay'ın 12 Eylül referandumunu neden boykot edeceğine dair makalesi:


Referandum konusunda kendimi en yakın hissettiğim açıklama Gencay Gürsoy’unki oldu. Konuyu yazmak için benim de kendi kendime aklımdan geçirdiğim cümlelerin esas olarak aynısını söylüyor Gürsoy, şöyle diyor:
“Öncelikle hayırcılardan değilim bunu belirtmek istiyorum. Referandumda evet demek ile bu anayasa değişikliğini boykot etmek arasında git-gel yaşıyorum ve henüz karar verebilmiş değilim.
Karar verme konusunda da AKP’nin seçim barajını indirme hususundaki tavrına göre karar vermeyi düşünüyorum. Eğer seçim barajında anlamlı -CHP’nin iddia ettiği gibi %7’ye değil de en az %5’e indirme konusunda bir esneme görürsem evet diyeceğim. Görmezsem, diğer gelişmeleri izleyerek boykot edeceğim ve seçime katılmayacağım. Bir süre daha gündemi izleyeceğim.” (17 Temmuz tarihli BirGün gazetesi)
Referandum konusunda şu ana kadar ortaya konulmuş olan tavırlar, belirli ana fikirlerin etrafında oluştu. “Hayır”cılar, kendi içlerinde farklı nedenlerle olmak üzere, bu referandumu AKP karşıtı bir güven oylamasına dönüştürme fikrini esas alıyor. “Evet”çilere göre ise esas
olan paketin içeriğidir ve bu paket şu anki Anayasa’yı daha kötü değil, daha iyi bir duruma getirecektir. “Yetmez ama evet”in mantığı da böyle.
Tam çoğu kişi bu “evet/hayır”ın cenderesine sıkışmışken, bence bu olay için en iyi siyasal mücadele aracı olarak, boykot fikri ortaya çıktı. Boykot önerisini bu meselede neden en iyi tavır saydığımı açıklamaya çalışacağım.
En önemli noktayı en önce söyleyeyim: Referandum meselesinde hem toplumun hem de AKP’nin içinde bulunduğu süreci demokratik yönden sınamanın ve etkilemenin birincil yolu boykottur. “Hayır”cılık, böyle bir olanağı baştan kapatıyor ve AKP’ye demokrasi havarilerini oynaması için mükemmel bir fırsat sunuyor: “Bakın, biz yolu açmak istiyoruz, onlar kapatıyorlar”.
“Evet” tavrı ise, AKP’ye açık çek veriyor. AKP’ye neden açık çek verilemeyeceğini, bu referandumla ilgili gerekçeleriyle birlikte aşağıda açıklamaya çalışacağım. Bu arada, “Yetmez ama evet”çilik de, yetmezlik durumunu AKP’ye söyletmiş olmuyor, yalnızca kendisi
söylemiş oluyor. Emanet oy veriyor yani. Emanet oy da verilebilir elbette, eğer daha iyi bir yol bulunamazsa. Ancak, bu olayda daha iyi bir yol var: Gencay Gürsoy’un dediğini demek, AKP’ye, senin kurduğun sandığa gitmiyorum diyebilmek. AKP, oyunu yalnız başına oynadığı sürece bunu hak edecektir.
İktidar partisi AKP, paketi hazırlama sürecinde bir başına hareket etti, yani antidemokratik davrandı. Şimdi Başbakan, diğer partilerin başkanlarıyla görüşme politikası izlediğini söylüyor ama, BDP ile hâlâ görüşmüyor. Görüşmemek için her seferinde bir başka bahane buluyor.
Bu süreçte AKP’nin, demokratik ilkeleri değil, yalnızca kendi partisinin çıkarlarını gözettiğini gösteren bir başka olgu şu oldu: Değişiklik paketinin Meclis’e sunulan ilk halinde, AKP’nin ve onunla benzer siyasal konumda olabilecek partilerin kapatılmasını zorlaştıran bir madde vardı. İlginç bir biçimde Meclis’ten geçemeyen o madde, Meclis’in şu anki bileşimine
göre AKP’yi kapatılmaktan kurtarıyor, ama BDP’yi kurtarmıyordu.
AKP pakete yalnızca kendini kurtaracak bir madde eklemekte sakınca görmemişti.
Ancak, tuhaftır, maddenin BDP’yi de kurtaracağını söyleyenler oldu. Hâlâ da oluyor. En son, Oral Çalışlar, 18 Temmuz Pazar tarihli Radikal’deki yazısında, o maddeden söz ederken “bu durumda BDP’nin kapatılamayacağını da hesaba katarak...” diyordu.
Ben o madde uyarınca BDP’nin kapatılamayacağı sonucuna nasıl varılabildiğini anlayabilmiş değilim. Umarım ben yanılmışımdır da AKP paketin ilk halinde bile olsa BDP’yi hesaba katmış, böylece geniş görüşlü bir adım atabilmiştir. Sonuçta madde düşmüş bile olsa, bu girişim önem kazanır, AKP’nin olumlu puan hanesine yazılırdı o zaman.
Ama durum bu değil:
O madde, partilerin kapatılmasını Meclis’in iznine bağlıyordu. İzin meselesini görüşmek için, Meclis’te grubu bulunan her partinin 5 üyeyle katılacağı bir komisyon kurulacaktı. Komisyonun üye tam sayısının üçte ikisi bir partinin kapatılması için dava açılmasına ‘evet’ derse Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açılabilecekti.
Çalışlar, bu hükmü Meclis’te şu anki yapıya uyarladığımızda, grubu bulunan 4 parti 5’er
üyeyle katılınca 20 üyeli bir komisyonun ortaya çıkacağını yazıyor. Doğru. 20 üyeden 14’ü ‘evet’ demedikçe kapatma davası açılamayacağı için en az üç partinin ittifakı gerekiyor diyor, bu da doğru. Ancak, Çalışlar, “AK Parti içindeki milliyetçi çekirdek, bu durumda BDP’nin kapatılamayacağını da hesaba katarak, bu maddeye oy vermedi” diye devam ediyor ki, anlamadığım nokta da bu: Maddeye göre BDP’yi kapatma izni verilmesi için gerekli olan en az üç partili ittifak koşulu, AKP, CHP ve MHP’yi bir araya getiremez mi? Bence rahatlıkla getirebilir ve AKP de o maddeyi bunu bilerek eklemiştir pakete.
Ve bu girişim, AKP’nin son süreçteki güvenilmezlik hanesini kabartan olgulardan biridir.
İktisat hocam Sadun Aren’den öğrendiğim ve sonra da hep doğrulandığını gördüğüm bir ilke var: Dinamizm ya da süreç ilkesi. Aren’in söylediği kabaca şuydu: Hiçbir nesne ya da olguya kendi başına, kalıcı ve mutlak olarak ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diyemeyiz. Dinamik açıdan, yani hangi eğilim içinde olduğuna bakarak değerlendirmemiz gerekir.
Aren’in deyişiyle, iyiye giden bir kötü şey, kötüye giden bir iyi şeyden daha iyi olabilir.
Demokratik gelişmenin bir gereği olan her adım, hangi iktidarın attığına bakmaksızın desteklenebilir. Ancak, Aren’in dediği gibi, bir yandan da gidişata bakarak. AKP’nin
gidişatı iyi (yani demokratik) değil. Şu haliyle, “hayır”dan da öte bir güvensizlik, bir yalnız bırakma göstergesi olarak boykotu hak etmektedir.

http://necmiyealpay.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder