3 Ağustos 2010 Salı

Mesut Gülmez yazdı:

Grev ve Toplu Sözleşme Rüyası

Toplu sözleşme hakkının tanındığı savı, böyle olduğunu düşünen kimi yazarlar ve özellikle sendikalar açısından tam anlamıyla bir yanılsama, düzenleyenler açısından ise gerçek bir aldatmacadır.

Kaynak: Radikal İki | http://bit.ly/cwsCo5

Referanduma sunulan tek yanıtlı paketin memurlara grev hakkı tanımamış olsa da toplu sözleşme hakkını tanıdığı ileri sürülüyor ve sanılıyor. Özelikle, “paketin içinde yanlış bulduğumuz hiçbir şey yok” diyen Memur-Sen’in görüşü de böyle. Gerçek durum nedir, grev hakkını bir yana bırakalım, acaba “toplu sözleşme hakkı” gerçekten tanınıyor mu?

Anayasanın 53. maddesinin 3. fıkrasını, “görüşme” yerine “sözleşme” sözcüğünü koyarak yeniden düzenleyen değişiklik metninin, madde başlığı ile 1. fıkradaki sözel anlatıma ve madde gerekçesine bakılacak olursa, toplu sözleşme hakkının tanındığı izlenimine kapılmamak elde değil! İsterseniz bir kez daha okuyalım: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.” Ne kadar açık değil mi? Maddenin bu ilk fıkrasıyla yetinilirse, 128. Maddede tanımlanan “memurlar ve diğer kamu görevlileri”ne toplu sözleşme hakkı tanındığına inanmazlık edemezsiniz.

Oysa 1. fıkra, içerdiği sistemin niteliğini anlamaya ve sözcüklerini aşan özünü kavramaya çalışarak 2. fıkrayla birlikte okunursa, gerçekte 12 Eylül Anayasasının ilkece “...hakkı vardır” dedikten sonra ünlü “ancak”ını ekleyerek ayrıntılı biçimde sıraladığı yasakçı ve kısıtlayıcı kurallarındakine benzer bir yaklaşımın ürünü olduğu kolayca saptanabilir.

5982 sayılı yasadaki düzenleme, temelde AKP’nin ilk tasarı taslağındaki özünden farklı değildir (Grev yasaktır demenin başka yolu, Radikal İki, 28.03.2010). Değişiklik, barışçı yöntemin adının değiştirilmesiyle, hükümetin sendikalarına karşı kapatma davası açtığı, emeklilere de toplu sözleşmeden yararlanma olanağı sağlanmasından ibarettir.

Aldatmaca ve yanılsama
Toplu sözleşme hakkının tanındığı savı, böyle olduğunu düşünen kimi yazarlar ve özellikle sendikalar açısından tam anlamıyla bir yanılsama, düzenleyenler açısından ise gerçek bir aldatmacadır.

Yürürlükteki anayasal ve yasal düzenlemede, yani toplu “görüşme” sisteminde son söz Bakanlar Kurulu’nda ve/ ya da yasama organındadır. Oysa değişiklik metninde, son söz artık “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu” (KGHK) adıyla kurulacak organda görünüyor. Bu organa, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” başvurulabilecektir. Başvuracak olanlar ise, “taraflar”dır. Peki, “taraflar” kimler? Maddedeki düzenlemeye göre “memurlar ve kamu görevlileri”. Yasal düzenleme aşamasında, tarafların “memurlar ve kamu görevlileri” değil, şimdi olduğu gibi kuracakları sendika ve konfederasyonlar olacağına kuşku yok. 
KGHK, tarafların uyuşmazlığı çözememesi durumunda, başvuruları üzerine inceleyip çözecektir. Bu çözüm “kesin”dir, verilecek karar da, gerçekte özgür ve gönüllü bir toplu pazarlığın sonucu olmadığı halde, “toplu sözleşme hükmündedir”, yani toplu sözleşme sayılır. Böylece de, sözüm ona toplu sözleşme hakkı, sözüm ona “toplu sözleşme” ile sonuçlanır!

Bu sözcüklere aldanırsanız, düzenlemenin toplu sözleşme hakkı tanıdığını ileri sürebilir, yürürlükteki düzenlemeden (toplu görüşmeden) daha geri olmadığını sanabilirsiniz! Bu, özünde kesin grev yasağı öngören 1936 İş Yasasıyla getirilen “mecburi tahkim” sistemine benzer bir “zorunlu toplu sözleşme” sistemini, özgür ve gönüllü toplu sözleşmeye denk sayma yanılsamasıdır! Değişiklik kesinleştiğinde, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir” diyerek grev yasağını anayasallaştıran kural kaldırılmadıkça, kamu görevlilerinin grevli toplu sözleşme hakkı bir “rüya” olur.

Çünkü 54. maddenin 1. fıkrası, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” “işçiler”in grev hakkını güvenceye alırken, değişiklik kuralı kamu görevlilerini uyulması zorunlu karar verme yetkisi bulunan KGHK’ye gönderiyor. Böyle bir sistem, ancak “grev yasağı” rejiminde uygulanabilir.

Hükümet güdümünde
Anayasal düzenlemeyi, KGHK üzerinde durarak irdelemek gerekiyor. AKP Taslağında, 4688 sayılı yasada düzenlenen Uzlaştırma Kurulu (UK) öngörülmüştü. UK ise, Yüksek Hakem Kurulu başkanının başkanlığında dört farklı alandan -sendikalara sorulmaksızın- belirlenen dört öğretim üyesinden oluşuyor. Öğretim üyelerini seçmeye, Üniversitelerarası Kurul yetkilidir. Bu yöntem, kuramsal olarak, UK’ye görece siyasi iktidardan ve hükümetten bağımsız davranma olanağı verebiliyor. Nitekim AKP hükümeti, UK’nin kendisinin belirlediği zam oranlarının üstüne çıkmasından hiç hoşnut olmadı ve UK kararlarına uymadı.

Hükümet, bir yandan toplu sözleşme hakkı tanır görünürken, öte yandan yasadaki UK’nin görece bağımsız yapısı ve bunu kararlarına yansıtması olasılığı karşısında, KGHK’nin yasayla düzenlenecek yapısının değiştirilmesini öngördü. Bu düzenleme, artık 4688 sayılı yasadaki UK’nin tarafların temsilcilerinin yer almadığı yapısına benzemeyecek; çok büyük bir olasılıkla, “tarafsız” olacağı varsayılan bir üyenin başkanlığında, kamu işvereninin (hükümetin) ve sendikaların, temsilcilerin yer alacağı üçlü yapıda bir kurul oluşturulacak. Son söz kendisindeyken bağımsız yapılı bir UK’de sakınca görmeyen hükümet(ler)in, son sözü KGHK’ye devrettiği bu yeni yapılanmada “işi şansa bırakması” beklenemez. Değişiklik önerisinde, KGHK’nin yasadakine benzer özerk ve bağımsız bir yapıda oluşturulması için hiçbir anayasal güvence kuralı bulunmuyor.

Yakındığı kurumları ele geçirdikten sonra sorunların çözüldüğünü düşünen bir hükümetin, kamu görevlilerinin ücret düzeylerinin belirlenmesi konusundaki tek yanlı karar yetkisinden vazgeçebileceğini düşünmenin, ancak iyimserlik ötesinde “safdillik” sözcüğüyle tanımlanmasında bir sakınca görmüyorum.

AİHM kararlarına aykırı
Bir kere bu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM), “sen ne karar verirsen ver, beni ilgilendirmez; ben tazminatı öder bildiğimi okurum” yaklaşımının açık ve tipik bir göstergesi. 54. maddedeki “12 Eylül ruhu”nun sindiği yasaklardan yalnızca ikisini yürürlükten kaldırmakla yetinip diğerlerine dokunmazken, ILO sözleşmelerinden söz eden hükümet, nedense toplu sözleşme ve grev hakları söz konusu olduğunda Strazburg’ta altı ayrı kararla mahkum olduğunu ve bu kararların gereklerini yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu unutuyor.

Nedir bu yükümlülük? ILO’nun, BM’nin ve AİHM’nin ortak anlatımıyla, “devlet adına otorite işlevleri yerine getirmeyen”, “kamu erki kullanmayan” tüm kamu görevlilerine toplu sözleşme ve grevi de kapsayan toplu eylem hakları tanımak. Sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının bölünmezliği ve bütünselliği, insan hakları sözleşme ve içtihatlarının tanıdığı evrensel bir ilkedir.

Kamu görevlileri, her fırsatta AİHM’in beğenmedikleri kararlarına karşı benzer tepkiyi gösteren AKP’li politikacıların ileri sürdüğü gibi, grevli toplu sözleşme hakkını “rüyalarında” değil, AİHM kararlarında, ulusalüstü ILO ve BM sözleşmeleri ile denetim organlarının her yıl yinelediği kararlarında görüyor.
Önemli olan, muhalefette ve iktidarda başka başka konuşmama tutarlılığı değil midir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder