tag:blogger.com,1999:blog-33279637531495523452024-03-08T13:39:46.013+03:00Medyada BoykotDevletin referandum oyununa katılmıyoruz. 12 Eylül 2010 tarihinde oylamaya sunulacak anayasa taslağını anti-demokratik ve emek karşıtı olarak görüyoruz. Herkesi boykota çağırıyoruz. Burada referandumu neden boykot etmek gerektiğini anlattığımız yazılarımızı ve medyada yayımlanan diğer yazıları okuyacaksınız.Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.comBlogger12125tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-16965995585834473062010-08-23T15:38:00.003+03:002010-08-23T15:46:16.357+03:00Yıldırım Türker yazdı:<h1>Evet! Boykot!</h1><em>Kaynak</em>: <a href="http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1015087&Date=23.08.2010&CategoryID=97" target="_blank">Radikal Gazetesi</a> (Vurgular: <a href="http://nedenboykot.blogspot.com/" target="_blank">nedenboykot</a>)<br />
<br />
‘1984’ün namlı yazarı George Orwell, bir yerde, “Kan ter içinde bir emekçinin, doğal düşmanı polisle çatıştığını gördüğümde hangi tarafı tuttuğumu söylememe gerek yok” der. Cümlenin kuruluşu bize Orwell’in seçimi üstüne kesin bir fikir veriyor. Burada, taraf tutmak kör bir önyargıyı işaret etmez. Tam da durduğunuz noktadan dünyanın nasıl göründüğü üstüne bir ipucu verir. İşte istikrar, itidal, birlik-bütünlük ve benzeri çıkışlı pazarlıkların bulandıramadığı bir bakış bize tarafını ilan ediyor. Kendisini bastırmaya, susturmaya, gözünü korkutmaya, zapt etmeye çalışanın karşısında direnenin tarafı.<br />
<a name='more'></a><br />
Kaybedecek fazla şeyi olmayanın tarafı. Omuzlarının üstüne kat kat bir inşaat <br />
Kurulmuş olanın, alt katta oturanın tarafı. <br />
<p>Orwell, hayatı boyunca çeşitli politik duruşlar edindi; yakınında durduklarıyla hiçbir zaman uzlaşamadı. İnsanlığın eşitlikçi ve özgür geleceğine yönelik rüyasının bir kâbusa dönüştürüldüğünü görünce hırçın bir alegori dünyasına sığındı. ‘Hayvan Çiftliği’nde kimi diğerlerinden daha eşit olan hayvanları anlatırken rüyasına küsmüş değildi. O, zulmün şanlı bir devrimden sonra yeniden üretilişine kayıtsız kalamamış; siyasi kimliği adına bu gidişatı görmezden gelememişti. Yoksa o çatışmada hep kan ter içindeki emekçinin tarafını tuttu.<p>Taraf tutmak, taraf olmak üstüne toplumca düşünüyormuş gibi yapıyoruz. <br />
<strong>Taraf olmak üzerine bildiğimiz bütün yorgun klişeler üstümüze boca ediliyor.</strong> Bir zamanlar kullananı tekinsiz kılacak bütün hamasi deyişler artık muktedirlerin ağzına sakız olmuş.<p><strong>‘Taraflar’ bizi taraf olmanın kaçınılmazlığına inandırmaya çalışıyor.</strong> <br />
Başbakan’ın işverene yönelik ‘bitaraf olan bertaraf’ olur tehdidi işlerin ne kadar kızışmış olduğunun göstergesi.<p>Cumhuriyet tarihinin en karşılıksız umudu; toplum olarak yaşadığımız erozyonun kumaşı bozuk neticelerinden Kılıçdaroğlu ile hoyratlığıyla kalplerde kurmuş olduğu tahtta öfkeyle hop oturup hop kalkan Erdoğan karşılıklı salvolarıyla söz konusu referandumun nemene bir garabet olduğunu kanıtlıyorlar.<p>Her ikisi de aynı gerekçelerle aynı şeyi savunan iki mahalle efesine benziyor. Birbirlerinin karşısına düşmüş olmaları tamamen tesadüf.<p>Arkalarına almış oldukları fikir insanları da karşılarında saf tutanlara bodoslama saldırıyor.<p>Kullandıkları dile biraz uzaktan bakan, 12 Eylül referandumunun ertesi yepyeni bir dünyaya uyanacağımızı zanneder.<p>Öylesine bir canhıraşlık, öylesine bir şevk yüklü öfke.<p><strong>‘Evetçi’ cephe ile ‘Hayırcı’ cephe arasında süren berbat dalaşa bakınca sözkonusu cephelerin aynı taraf olduğunu görmüyor musunuz?</strong> Bir de aradan sıyrılan, iyi niyetli iyi kalpli, yeri geldiğinde siyaset üstü değerlendirmelere kadir ‘yetmez ama evet’çiler var.<p>Kanımca o grup içindeki insanlar, bu işin içinde bir oyun olduğunu hissedip, ‘aptal değiliz ama...’ deme gereği hisseden, vicdanı inceden sızlayanlar.<p>Kıymetli Ayhan Bilgen, Başbakan’ın sözüne karşı Hrant’ı hatırlatıyor ve taraf olmanın bertaraf olmamayı garanti etmediğini hatırlatıyor. Hatta savaşa, kana, zulme karşı taraf olanların devlet eliyle birer birer bertaraf edilişinin tarihi değil mi, ortak tarihimiz? <br />
Dolayısıyla bu saf retoriği bir yana bırakalım. <strong>Bu referandumda herkesi ille de bir taraf olmaya zorlamanın ardında ciddi bir boykot korkusu okunuyor</strong>. <br />
Her iki ‘sözde’ taraf da insanların ille de rengini belli etmeleri gerektiğinden, aksinin hıyanet olduğundan dem vuruyor. <strong>Katılımın düşük olması, her iki tarafın da kendilerinde vehmettikleri güce olan inancı sarsacak.</strong><p>Alışık olduğumuz muhabbettir.<p>Her seçim öncesi kararsız seçmenlerin oranı çevresinde yaratılan yapay gerilim, hayatımızın artık sorgulamadığımız bir parçası haline geldi. Doğası icabı kendilerini kararlılar cephesinde gören akil adamlar, neredeyse kararsızların ülkemiz demokrasisi için en büyük tehlike olduğunu söylerler. Onlar yüzünden hiçbir hesap çarşıya uymuyor. Onlar yüzünden sisteme karşı güçler iktidara kadar ‘sızabiliyor’. Onlar yüzünden ortak programımızı ‘hayata geçirmek’ mümkün olmuyor. Velhasıl, yüzer gezer bir cahiller ordusu, bu kararsızlar. Üstelik onları, kararsızlıkları sonucu ülkemizi bekleyen felaketler konusunda onca uyarmamıza karşın hâlâ odun suratları, dik kafalarıyla asap bozucu bir belirsizlik kisvesi altında öylece duruyorlar.<p>Kardeşim, rengin ne? Hangi partiye oy vereceksin? Ülke elden gidiyor, irtica yine kapıda, uygarlığın yolu belli, güçlü iktidarın yolu da. Niye hâlâ salak salak bakıyorsun?<p>Boykot, elbette kararsızlıkla tartılamayacak bir tavır. Yine de erkli sözün, oyun kurucunun denetimi dışında kalıyor iki duruş da.<p><strong>Benim tarafım, bu referandumu boykot etmektir</strong>. <br />
<strong>Bu referanduma katılmak, atılan oy ne olursa olsun, bize yegane siyaset yordamı olarak dayatılan şu çözümsüz durumu meşrulaştıracaktır</strong>.<p>Organlarının yeri değişmiş adamları, baş belası Kürtleri, yani on yıllarca karın altında kalmış adlarını geri vermek dışında kendilerine hiçbir hak tanımadığımız milyonlarca vatandaşı, onların temsilcilerini yok sayarak inşa edilmiş bir referandumdur sözkonusu olan. Biz Türkler tarafından.<p>Şimdi, bu referanduma katılarak Kürtleri siyasetten ebediyen tasfiye etmemiz bekleniyor.<p><strong>Toplumun belirli bir kesimince, belirli bir kesimi tarafından hazırlanan bu oyuna katılmak istemediğimden bu referandumu boykot etmek gerektiğine inanıyorum</strong>. Kürtlerin bir tek sözü kale alınmadan, onları ve temsilcilerini durmadan aşağılayarak, barışa şu kadarcık gönüllü görenmeyen beter adamların hazırladığı anayasa değişikliği paketinin içindekiler de umurumda değil, açıkcası.<p>Bunca nefret yüklü, bunca ayırımcı, bunca oportünist adamın insafına kalmış siyaset alanını kabul etmiyorum.<p>Kürt vekillerle konuşmaya tenezzül buyurmayan Başbakan ve partisinin; cephede tek ayak üstünde durması gereken yeni İbiş Kılıçdaroğlu ve partisinin; kirli devlet sözcüsü medya ve mücahitlerinin; her fırsatta ırkçılık ve milliyetçilik yarışından kaçmayan zihniyetlerin hüküm sürdüğü bir memlekette anayasa değişse ne olacak?<p>Bir zamanlar AKP’nin Adalet anlayışının temsilcisi Cemil Çiçek, hala öldürülmüş PKK’lıların donunu indiriyor.<p>Şimdi iki tarafmış gibi yaparak ikbal mücadelesini sürdürenler, hep birlikte Kürtlerin sözüne karşı.<p>Açılım yapacağız lafıyla daha da çok hırpalanan Kürt halkına, ‘siz şurada biraz ses çıkarmadan bekleyin. Biz anayasayı değiştirip sizin hayatınızı da ıslah edeceğiz’ diyor, Evetçiler.<br />
‘Hayırcılar’ da, ‘sizi şu AKP’nin boyunduruğundan bir kurtaralım, oraları asıl biz kalkındıracağız. Barajlar, iş kolu filan...’ diyor.<p>Yani su küçüğün, söz büyüğün.<p>Kürtler, hayır, bu oyuna kabul edilmiyor. Topun sahibi bu maçta onları istemiyor. Buna rağmen onlardan istenen, referanduma katılıp kalabalık yapmaları. Kendilerini yok sayan bu oyuna katılmaları için bin bir dil dökülüyor, sonsuz tehditler savruluyor Kürtlere.<p>Orwell’e dönersek... <br />
Benim tartım da ceberut devletin ve adaylarıyla birlikte bütün iktidar mekanizmalarının hırpalamaya doyamadığı Kürtlerin yanında durmaktır. Onların söz hakkının yanında durmak. Bu konuda en ufak bir kuşku duymam.<p>Şu an bu memleketin en büyük sorunu, Kürt meselesidir. Bu meselenin hallini hedeflemeyen hiçbir hamle kapsayıcı ve ciddiye alınası değildir.<p>Benim inancıma göre de iki taraf var. Biri; bu toplumun on milyonlarla tartılan bir kesimine bu memleketin geleceğini belirleme projesi denilen anayasa değişikliği konusunda en ufak söz hakkı tanımayan, o kesimin parlamenter siyaset yolunu tıkayan referanduma rahatsızlık duymadan ya da duyarak katılanlar. İkincisi de bu referandumu meşru kabul etmeyen, kendilerine dayatılan memleket resmini hazmedemeyenler. Yani boykotcular.<p><strong>Ehvenişere tav olarak dünya değiştirilemez.</strong><p>Önce Kürt halkını eşit ve katılımcı olarak görmeyi hazmetmek zorundayız.<p>Bu linç mevsiminde hayati olan, budur.<p>Anayasayı değiştireceksek bunu Kürtlerle Türkler el ele yapacaktır.<p>Bu oyunda Kürtleri oynatmıyorsanız ben de oynamıyorum.Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-68525365660158004942010-08-19T14:22:00.001+03:002010-08-28T09:49:32.864+03:00Nihal Kemaloğlu yazdı:<span style="font-size: x-large;">Sermaye yararına anayasal güvence</span><br />
<br />
<b>Kaynak: <i>Akşam gazetesi</i></b><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://tr.toonpool.com/user/856/files/capitalism_525005.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="220" src="http://tr.toonpool.com/user/856/files/capitalism_525005.jpg" width="320" /></a></div>Piyasacı devletin, dereler tepeler dahil tüm ülke varlık ve kaynaklarını sermayeye açan azman girişimciliği, artık anayasa tarafından da güvence altına alınacak!<br />
<br />
Küreselleşmenin sermaye birikim rejimine, 'kamu kuruluşlarını' hibe ederek katılan Türkiye'nin, yeni kaynak aktarımını kolaylaştıracak köklü çözümü, anayasa paketine koyuldu.<br />
<br />
Anayasa değişikliğinde 125. maddeye eklenen 'yerindelik denetimi', demokrasi paketinin esas motivasyonunu ve ruhunu teşkil ediyor.<br />
Böylelikle liberal demokrasilere bile dudak uçuklatan, gözü kara özelleştirmelere, anayasal dayanak ve teminat sağlanıyor.<br />
<br />
Taş, toprak, su havzası, dere, dağ, kıyı, ulaşım, eğitim, sağlık, kent, katma değeri yüksek kamu varlıkları, kamusal hizmetler, sosyal haklar, kısacası tüm doğa, insan ve toplumsal yaşamın bütün süreçleri, yargının 'yerindelik denetiminden muaf' tutularak piyasalaşacak.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
125. maddenin 4. fıkrası 'Yargı yetkisi, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun denetimiyle sınırlı olup hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz' olarak düzenlendi.<br />
<br />
Yani idari yargı, gelen davalarda kamu yararı, sosyal adalet ve eşitlik, sosyal devletin görevleri, çevre, doğal kaynaklar ve kamusal mülkiyetin korunması gibi ilkelerde uygunluk aramayacak, itirazları usul yönünden inceleyecek, içeriğine yeni anayasa gereği olarak karışamayacak.<br />
İdari yargının özellikle özelleştirme ihalelerinde yaptığı 'yerindelik denetimi' anayasaya aykırı olacağından özelleştirmeler için yargı ve kamu denetimi kalkacak.<br />
<br />
Bugüne kadar özelleştirmelerin yüzde 78.8'ini gerçekleştiren hükümet zamanında, özelleştirmeler için açılan idari dava sayısı, 6 kat artmıştı.<br />
Yargının 'yerindelik denetimi yapılamaz' hükmü, neoliberal demokratlarca işte hukukun üstünlüğü diye kutlandı!<br />
<br />
'Kamu yararının' ne olduğunu hükümetin belirleyeceğini söyleyen zatlar, son sekiz yılda 57 kuruluş ve 51 işletmeyi 31 milyar dolara özelleştirmiş hükümetin, katma değeri ve karlılığı yüksek kuruluşları birkaç yıllık karları bedeli satışını da alkışlamışlardı.<br />
<br />
Vahşi özelleştirme politikalarıyla 'ekonomik yarar' gözetilmeden satılan işletmelerin üretimi artmamış, bazıları kısa sürede küresel tekellerce kapatılmış, on binlerce insan işinden edilmişti.<br />
<br />
Yabancı sermaye ve spekülatif finans girişine bağımlı ekonominin hayatiyeti için tükenen kamu varlıklarının yerini alacak kentsel projeler, limanlar, karayolları, doğal kaynaklar için yargı barikatının kaldırılması şart olmuştu.<br />
İzmir, Samsun, Bandırma liman satışlarında mahkeme sürecinin ülkeye milyon dolarlara mal olduğunu söyleyen Başbakan şaibeli Galataport, Haydarpaşaport ihalelerinde de yargıdan pek yakınmıştı.<br />
Kısacası 'yerindelik denetimiyle' küresel sermayeye karşı mahcubiyetimiz sona erecek!<br />
<br />
'Kamu yararı' muğlaklaşırken 'sermaye yararının' berraklaşıp anayasanın koruyucu kanatları altına alınması ne kadar vahim.<br />
<br />
Yargının aldığı çok sayıda özelleştirme iptal kararının ülkeye 'kaybettirdiği' milyon dolarların kamu harcamasında kullanılacağı zırvaları kadar vahim.<br />
<br />
Şimdi dereleri, ırmakları betonlaştıran binlerce HES projesi, kıyılara dikilecek nükleer santraları,neoliberal belediyeciliğin şirket karlılığı güden pahalı, zamlı 'müşteri' hizmetleri, kamudan zorla sökülüp alınmış 'özelleştirilmiş sermaye alanları', okullar, hastaneler, tarihi kültürel varlıklar, Büyükşehir belediyelerinin kentsel dönüşüm projesi adıyla inşaat sektörüne arsa takdim çalışmaları, 3. köprü yapımı, diğer köprülerin geçiş ücret zamları için vatandaşların ve meslek odalarının, derneklerin açtığı davalar, idari davalarda 'kamu yararını' aramak anayasa aykırı..<br />
<br />
Kamu yararını ve yasal güvencelerini kaybetmiş kenara yığılmış kalabalıklar olarak da sermaye yararına ses çıkartamayız.<br />
<br />
Ve eminiz ki hepimize gemi azıya almış özelleştirmeleri gösterip, kafamıza vura vura 'İşte size vesayetsiz demokrasi ve kuvvetler ayrılığı!' diye 'dayatılacak.Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-2476666196110662542010-08-19T14:13:00.001+03:002010-08-19T14:14:08.085+03:00Sırrı Süreyya Önder yazdı:<span style="font-size: x-large;">Ben Referandumda Evet Demeyeceğim</span><br />
<span style="font-size: small;"> </span><br />
<span style="font-size: x-large;"><span style="font-size: small;">Kaynak: Bianet | http://bit.ly/dbnvY9</span></span><br />
<br />
<b>Bu referandum paketine katılarak meşruluk kazandırmam söz konusu olamaz. Egemenler arasındaki bir dalaşmaya "evet" oyu vererek taraf olmam mümkün değil. BDP'nin ortaya koyduğu iradeyle dayanışma halindeyim, kolektif sosyalist iradeden ayrı davranmayacağım.</b><br />
<br />
Taraf gazetesi yazarlarından <b>Rasim Ozan Kütahyalı</b>, bugün bir yazıyla benim referandum oylamasında "kesin evet" diyeceğim şeklinde, haddini de cüretini de aşan bir paragraf <a href="http://www.taraf.com.tr/rasim-ozan-kutahyali/makale-ilkeler-cikarlar-ve-insanlar.htm">yazmış</a>. Mültefit bir tonla karışık irade hırsızlığı yapmıştır.<br />
<br />
<a name='more'></a>Şunu açıkça söylemek istiyorum: Bir kere, ben bu referandumun tasarlanış ve sunuluşuna esastan itiraz ediyorum. Yedi yıllık AKP iktidarında halkın karşısına bir "anayasa değişikliği" imkanıyla ilk defa (ve tek defa) çıkılıp da, ülkenin temel meselelerinin hepsine teğet geçilmesini ve "halktan bir kez daha icazet alma" görüntüsü yaratılan bu evet/hayır ikilemi mantığını reddediyorum.<br />
<br />
Siyasi partiler ve seçim kanununu değiştirmeyen, dokunulmazlık konusunda verdiği sözleri unutan, gerek kendi parti işleyişinde gerekse ülke içi sorunların halledilişinde hiçbir şekilde "demokratik mekanizmaları" işletmeyen iktidar partisi, bir yanıyla açılımdan bahsederken, diğer yandan en son <b>Hrant Dink</b>'in katline yaptığı <a href="http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/124191-hrantin-arkadaslari-o-savunmayi-derhal-geri-cekin">açıklamada</a> olduğu gibi, milliyetçi ve kabul edilemez argümanları elden bırakmamaktadır.<br />
<br />
AKP'nin en yetkili temsilcileri, verilecek "evet" oylarının yüzde 99'unu kendilerine verilmiş oylar olarak mütalaa etmektedir.<br />
<br />
Yöntemsel olarak bu platforma çekilen, egemenler arasındaki bir dalaşmaya "evet" oyu vererek taraf olmam mümkün değildir.<br />
<br />
Türkiye'nin emekçileri ve yoksullarının temel sorunları bu anayasa paketi içinde yoktur. Ayrıca, hükümetin bu referandum sonrasında temel insan haklarını genişletmeye yönelik bir çaba içinde olacağına dair en ufak bir emare de yoktur. Yoksullukla beraber Türkiye'nin ikinci temel meselesi olan Kürt sorununda AKP'nin ne kadar zalimane, bütün bir halkı tanımayan, onları ancak "AKP'lileşirse" dikkate alacağını ima eden bir politika takip ettiği de herkesin malumudur.<br />
<br />
Halkın göstermelik iradesini bile yok sayarak, Anayasa Mahkemesi tarafından dizayn edilen bu referandum paketine katılarak meşruluk kazandırmam söz konusu olamaz. Şimdilik, BDP'nin bu süreçte ortaya koyduğu iradeyle dayanışma halinde olduğumun ve yaygın, kolektif sosyalist iradeden ayrı davranmayacağımın bütün kamuoyu tarafından bilinmesini isterim. (SSÖ/TK)Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-24390506554842682812010-08-09T11:00:00.002+03:002010-08-10T09:24:18.712+03:00Ragıp Duran yazdı:<span style="font-size: x-large;">Medyası AKP'yi kurtarmaya çalışırken...</span><br />
<br />
<i><b>AKP medyası referandum sonucundan emin değil. Çünkü desteği çok az üstelik Hayır ve Boykot cepheleri güç kazanıyor.</b></i><br />
<br />
Kaynak: BirGün | http://bit.ly/aRGy4K<br />
<div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.kazete.com.tr/images_haber/2009/08/12/ERDOGAN_MILLETVEKILLERINI_AGLATTI.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://www.kazete.com.tr/images_haber/2009/08/12/ERDOGAN_MILLETVEKILLERINI_AGLATTI.jpg" width="320" /></a></div>AKP, tüm iktidar partileri gibi, özellikle ikinci kez genel seçimleri kazandıktan sonraki süreçte medya mülkiyeti alanına özel bir önem vermeye başladı. Çünkü ikinci iktidar dönemiyle birlikte neredeyse doğal olarak başlayan yıpranma/zayıflama/kan kaybetme sürecinde AKP’nin medyaya daha fazla ihtiyacı olacaktı. Parlamenter muhalefetin ve karşıtlarının sesini ne kadar kısabilir ve kendi propagandasını ne kadar sürdürebilirse, iktidarının o kadar sağlam ve uzun süreli olacağına inanıyor(du). Oysa ki medya desteği, hiçbir zaman hiçbir yerde bir siyasi iktidarın tek ve tayin edici dayanağı olmamıştır, olamaz da. Zaten sadece AKP’nin iktidara ilk geldiği 2002 yılındaki medya desteği ile bugünkü medya desteğini kıyasladığımızda bu gerçeği somut olarak görebiliriz.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Bugün Türkiye medya manzarasında televizyon ve günlük gazetelerin önemli bir çoğunluğunun halen siyasi iktidarı desteklediğini görüyoruz. Oysa ki bu medyatik/sanal gerçek, hakiki gerçeği yani toplumsal/siyasal gerçeği yansıtmıyor.<br />
<br />
AKP, önemli bir medyatik desteğe sahip olmasına karşın mesela Mavi Marmara gibi global bir konuda ya da Kürt Açılımı gibi ulusal bir konuda kelimenin gerçek anlamıyla karaya oturdu.<br />
<br />
Bir üst yapı kurumu olarak medya, siyasal ve toplumsal gerçeğe bayrak açarak siyasi iktidarı neredeyse gözü kapalı bir şekilde desteklemeye devam edince, ancak bir süre daha ve sadece sınırlı bir kesim üzerinde etkili olabilir.<br />
<br />
GENEL EĞİLİM KAN KAYBI<br />
Siyasi iktidar yanlısı medyanın, son dönemde referandum konusundaki yayınlarına kuşbakışı göz attığımızda dikkat çeken birkaç eğilim, evet için, ısrarlı bir haklılık ve meşruiyet arayışı ile kendinden pek de emin olmayan dolayısıyla dış destek arayan bir yaklaşımla klasik olarak muhalefeti eleştiren tutumu.<br />
<br />
AKP’nin son yerel seçimlerde yüzde 8 oranında gerilemesi, CHP ve MHP’nin kesin bir şekilde "Hayır"ı benimsemesi, BDP’nin de boykotçu tutumu, siyasi iktidarın dış destekçilerini küçük BBP ve F tipi örgütlenmeyle sınırlı tutuyor. Liberal aydın dünyacığını artık AKP’nin dışında mütalaa etmemek gerek.<br />
<br />
Son yerel seçim yenilgisinden sonra iktidar koltuklarını kaybedenlerle kimi üst düzey bürokratların yavaş yavaş ve birer birer AKP’den uzaklaşması da içten içe kaynayan iktidar partisinin zaaflarını sergiliyor. Başbakan Erdoğan’ın yoğun ve hızlı referandum kampanyasındaki mitingleri de son yerel seçim kampanyası kadar heyecanlı ve kalabalık değil. Başbakan Erdoğan’ın son olarak YAŞ çerçevesinde TSK ile girdiği mücadelede de en hafif deyimle ofsayta düşmüş görünüyor.<br />
<br />
Geniş yurttaş kesiminin sonuç olarak teknik bir Anayasa değişikliği olan referandum konusuyla çok fazla ilgilenmediğini, 12 Eylül günü de çok sayıda yurttaşın ilgisizlikten ya da üşenip sandık başına gitmeyeceğini bildiğinden, AKP yanlısı medya aslında pek de rahat değil.<br />
<br />
Referandumun AKP iktidarı konusunda bir yoklamaya dönüşmüş olması da yandaş medyayı huzursuz kılıyor.<br />
<br />
AKP’nin ‘çok akıllı’ stratejistleri, oylama gününü 12 Eylül’e alırken, büyük bir ihtimalle 30 yıl önceki darbede kendilerinin aslında askerin safında olduklarını unutmuşa benziyorlar. İdam edilen gençlerin son mektubunu gözyaşlarıyla okumak ya da Ahmet Kaya’dan medet ummak, AKP yönetiminin ne büyük çelişkiler içinde olduğunu gösteren sadece bir örnek.<br />
<br />
ÇELİŞKİLER YUMAĞI<br />
12 Eylül’ün halen hayattaki en üst düzey sorumlusu emekli general Kenan Evren’e ve son darbe girişimlerinden birinin mimarı bir başka emekli general Yaşar Büyükanıt’a dokunamayan, 12 Eylül hukukunun hem ruhu hem de kurumlarını, iktidara geldiğinden bu yana kendi siyasal çıkarları için değerlendiren AKP destekçisi medyanın bu konulara hiç değinmemesi yurttaşların dikkatinden kaçmıyor.<br />
<br />
Anayasa Mahkemesi ve HSYK konusundaki değişiklik önerilerinin gerçek anlamda bir hukuk devletini yaratmaktan çok, bir türlü ele geçiremediği yüksek yargı organlarını vesayet altına almak amacını taşıdığını herhalde AKPli seçmenler de biliyor.<br />
<br />
CHP'li bir belde belediye başkanının Evet tercihi, AKP ve AKP yanlısı medyayı bu kadar sevindirebiliyorsa, AKP içindeki MHP eskilerinin Hayırcılığını görmek onların pek işine gelmiyor.<br />
<br />
Barış yanlısı olmadan ordu karşıtı olmak, siyasi vesayete karşı çıkmadan sadece yüzeysel bir şekilde 12 Eylül karşıtı görüntü vermek, yurttaş kesiminde kuşkulara yol açıyor.<br />
<br />
Erdoğan-Gül ikilisi, AKP ilk kez seçimleri kazandığında adeta icazet almak için öncelikle Kenan Evren’le Süleyman Demirel’i ziyaret etmişlerdi. AKP medyası bu tür ‘background’ları anımsamıyor ve yayınlamıyor.<br />
<br />
İktidar yanlısı medya, tüm bu çelişkili konumları gizlemek/örtmek amacıyla, referandumun sivil iktidar ile askeri vesayet arasında bir tercih olduğunu, dahası demokrasi ile darbecilikle arasında bir seçim olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor.<br />
<br />
Hayırcıların zayıf gerekçeleri AKP medyası tarafından aslında yeterince işlenmiyor. AKP medyasının üzerinde fazla durmadığı bir siyasi tercih de boykotçular bloku. Blok, Türkiye’deki kutuplaşmanın kırılması için önemli bir ilk adım olarak 12 Eylül sonrası siyasi ortam hakkında bir işaret veriyor.<br />
<br />
Sonuç olarak, referandum, genel ya da yerel seçimlere oranla, iki bilemediniz üç seçenekli bir tercih olduğu için AKP ve medyası kendinden emin değil.<br />
<br />
SONRASI DAHA ÖNEMLİ</div><div style="text-align: justify;">Ciddi bir eleştiri ve değerlendirme yapabilmek için 12 Eylül referandum sonuçlarını beklemek gerek. Sonuç ortaya çıktığında geriye dönüp AKP medyasının referandum konusundaki sunum tarzı, söylemi, içeriği, vaatleri, öncelikleri gözden geçirilmeli. Evet kazansa bile bu medya eleştirisi anlamlı. Çünkü o zaman medyatik iktidarın oylamadan önceki evet gerekçeleri ve yaklaşımı ile evet oyu kullanan yurttaşların motivasyonları kıyaslanabilir. Ayrıca AKP medyasının ikna gücü hakkında da biraz bilgi sahibi olabiliriz. Tıpkı bir kesim seçmenin sağduyusu ve siyasi tercihleri konusunda olduğu gibi…<br />
<br />
Hayır kazanırsa, AKP medyasının siyasal/toplumsal gerçeklikten ne kadar ve nasıl koptuğunu irdelemek , sadece akademik ya da medyatik değil, aynı zamanda siyasal ve dramatik açıdan da ilginç ve eğlenceli bir çalışma olabilir.</div>Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-81903360078345004682010-08-05T19:19:00.001+03:002010-08-05T21:37:03.411+03:00Aziz Çelik yazdı:<span style="font-size: x-large;">Grev Yasağına da Evet mi?</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://firmandcorrect.files.wordpress.com/2009/01/one-big-fist.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="261" src="http://firmandcorrect.files.wordpress.com/2009/01/one-big-fist.jpg" width="320" /></a></div>Kaynak: sendika.org | http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=31953<br />
<br />
<div style="text-align: justify;"><b>Grev yasağı geliyor</b><br />
<br />
Anayasa tartışmalarının en can sıkıcı yanı, sendikal haklar konusunda yaratılan bilgi kirliliği ve bunun yaygınlaşmasıdır. Anayasa değişikliklerine evet diyenlerin bir bölümü gerekçeleri arasında sendikal hakları da sayıyor. Yanlış, hatalı ve eksik bilgilerle Anayasa değişikliklilerinin sendikal haklar sağladığı iddia ediliyor.<br />
<a name='more'></a><br />
Daha önce bazı gazeteler, partiler ve hükümete yakın sendikalar tarafından ileri sürülen bu gerçek dışı iddiayı sahiplenenler –ne hazindir ki- giderek artıyor. Sinema sanatçısı Lale Mansur da “ilk defa sendikalaşma adına olumlu adımlar atılıyor. Yine ilk defa 12 Eylül Anayasası deliniyor” gerekçesiyle evet diyeceğini belirtmiş (HaberTurk, 2.8.2010). Kürd Devrimci Demokratlar Hareketi adına yapılan bir açıklamada ise diğer gerekçeler yanında, “Memurlara toplu sözleşme hakkı getireceği için”, “grev hakkının önündeki engellerin kalkması için” evet çağrısı yapıldı. “Evet” çağrılarının en traji-komik olanı ise hükümete yakın bir sendikanın şubesine asılan “Nikâh masasında bile bu kadar iştahla evet dememiştik” pankartıydı.<br />
<br />
Diğer ilginç bir örnek ise “Yetmez ama evet” sloganıyla yapılan çağrıda yer alan, bu anayasa değişikliklerinin yetersiz olmakla birlikte, hiçbir maddesinin şu an var olan anayasadan daha kötü olmadığı iddiasıydı.<br />
<br />
<b>Yasağa da evet mi?</b><br />
Birkaç kez yazdım ama bir kez daha yazayım: Anayasa paketine evet diyenlerin bir bölümünün iddia ettiği sendikal haklar hayal mahsulüdür. Bu iddiaları evet gerekçeleriniz aranızdan çıkarın lütfen! Bu paket sendikal hakları geliştirmiyor. Tersine –büyük harflerle yazayım- ANAYASA PAKET TÜM KAMU ÇALIŞANLARINA GREV YASAĞI GETİRİYOR. Çalışanlara yanlış bilgiler sunmayın, onları yanıltmayın. Grev yasağı getiren bir paketi toplu sözleşme hakkı getiriyor, grev hakkının önündeki engelleri kaldırıyor diye sunmanın vebali büyüktür.<br />
<br />
Anayasanın toplu iş sözleşmesiyle ilgili 53. maddesinde yapılan değişiklik memurlara toplu sözleşme hakkı değil, zorunlu tahkim yani grev yasağı getirmektedir. İddianın aksine 53.MADDE DEĞİŞİKLİĞİ MEVCUT ANAYASA METNİNDEN DAHA KÖTÜDÜR.<br />
<br />
Nasıl mı? Mevcut 53. Maddede sendikalara hiçbir yaptırımı olmayan bir “toplu görüşme” imkânı sağlıyor. Toplu görüşmede uzlaşma olmazsa yasaya göre Uzlaştırma Kuruluna başvuruluyor. Uzlaştırma Kurulu kararları kesin değil, bu kararlar hükümetin takdirine sunuluyor. Son sözü hükümet veya meclis söylüyor. Dolayısıyla sendikalar, uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün olduğu hükmünü içeren Anayasa madde 90/son fıkraya dayanarak, grev hakları olduğunu savunuyor ve grev ilan edebiliyor. Örneğin 25 Kasım 2009 genel grevi böyle yapıldı. Dahası idarenin her türlü işlem ve eylemi yargı denetimine tabi olduğu için gerek Uzlaştırma Kurulu gerekse hükümet kararlarına karşı itiraz mümkün.<br />
<br />
<b>Değişikik mevcuttan daha kötü</b><br />
53’te yapılan değişiklik ile sendikalar ile idare arasında yapılan görüşmelerde uzlaşma sağlanamazsa uyuşmazlık Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na (KGHK) gidecek. KGHK, bugünkü Yüksek Hakem Kurulu gibi hükümet-işveren ağırlıklı bir yapı olacak. KGHK’nın kararları toplu sözleşme hükmünde ve kesin olacak ve bu kararlara itirazı mümkün olmayacak. Buna çalışma hukukunda zorunlu tahkim adı verilir. Zorunlu tahkim grev yasağı demektir. Grevin yasak olduğu hallerde zorunlu hakeme gidilir. Mevcut 53. Maddede zorunlu tahkim (grev yasağı) yoktur. 53’te yapılan değişiklik ile zorunlu tahkim-grev yasağı ANAYASA HÜKMÜ haline gelmektedir.<br />
<br />
Bir diğer tehlike ise Anayasa 90. Madde açısından ortaya çıkacaktır. Mevcut Anayasada zorunlu tahkim (grev yasağı) olmadığı için sendikalar 90. Maddeyi rahatlıkla ileri sürülüyordu. 53’te yapılan değişiklikle zorunlu tahkim (grev yasağı) anayasa hükmü haline geldiği için KGHK kararlarına karşı 90. Maddeyi kullanmanın hukuksal zemini zayıflayacaktır. Çünkü birbiriyle açıkça çelişen iki anayasa hükmü söz konusu olacaktır.<br />
<br />
53. maddemin mevcut hali de değişiklik de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son birkaç yıl içinde Türkiye ile ilgili aldığı ve memurların grev hakkını teyit eden kararlarına açıkça aykırıdır. Hükümet AİHM kararlarına uyup memura grev hakkı sağlayacak yerde, memurun grev hakkını anayasa değişikliği ile engellemektedir.<br />
<br />
SENDİKALARIN UYANMA VAKTİDİR: tüm memurlara anayasal düzeyde grev yasağı geliyor. Memura grev yasağı getiren 1926 Memurin Kanunu zihniyeti Anayasaya taşınıyor. İştahla evet diyenler grev yasağına evet dediklerinin farkında mı?</div>Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-56534367274473892792010-08-03T11:28:00.001+03:002010-08-03T23:06:23.228+03:00Mesut Gülmez yazdı:<span style="font-size: x-large;">Grev ve Toplu Sözleşme Rüyası</span><br />
<br />
<div style="text-align: justify;"><b><span style="font-size: small;">Toplu sözleşme hakkının tanındığı savı, böyle olduğunu düşünen kimi yazarlar ve özellikle sendikalar açısından tam anlamıyla bir yanılsama, düzenleyenler açısından ise gerçek bir aldatmacadır.</span></b></div><br />
<b>Kaynak: Radikal İki | http://bit.ly/cwsCo5</b><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://leyal.net/wp-content/uploads/2010/05/boykot.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://leyal.net/wp-content/uploads/2010/05/boykot.jpg" width="257" /></a></div><br />
<div style="text-align: justify;">Referanduma sunulan tek yanıtlı paketin memurlara grev hakkı tanımamış olsa da toplu sözleşme hakkını tanıdığı ileri sürülüyor ve sanılıyor. Özelikle, “paketin içinde yanlış bulduğumuz hiçbir şey yok” diyen Memur-Sen’in görüşü de böyle. Gerçek durum nedir, grev hakkını bir yana bırakalım, acaba “toplu sözleşme hakkı” gerçekten tanınıyor mu?<br />
<a name='more'></a></div><div style="text-align: justify;"><br />
Anayasanın 53. maddesinin 3. fıkrasını, “görüşme” yerine “sözleşme” sözcüğünü koyarak yeniden düzenleyen değişiklik metninin, madde başlığı ile 1. fıkradaki sözel anlatıma ve madde gerekçesine bakılacak olursa, toplu sözleşme hakkının tanındığı izlenimine kapılmamak elde değil! İsterseniz bir kez daha okuyalım: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.” Ne kadar açık değil mi? Maddenin bu ilk fıkrasıyla yetinilirse, 128. Maddede tanımlanan “memurlar ve diğer kamu görevlileri”ne toplu sözleşme hakkı tanındığına inanmazlık edemezsiniz. </div><div style="text-align: justify;"><br />
Oysa 1. fıkra, içerdiği sistemin niteliğini anlamaya ve sözcüklerini aşan özünü kavramaya çalışarak 2. fıkrayla birlikte okunursa, gerçekte 12 Eylül Anayasasının ilkece “...hakkı vardır” dedikten sonra ünlü “ancak”ını ekleyerek ayrıntılı biçimde sıraladığı yasakçı ve kısıtlayıcı kurallarındakine benzer bir yaklaşımın ürünü olduğu kolayca saptanabilir. </div><div style="text-align: justify;"><br />
5982 sayılı yasadaki düzenleme, temelde AKP’nin ilk tasarı taslağındaki özünden farklı değildir (Grev yasaktır demenin başka yolu, Radikal İki, 28.03.2010). Değişiklik, barışçı yöntemin adının değiştirilmesiyle, hükümetin sendikalarına karşı kapatma davası açtığı, emeklilere de toplu sözleşmeden yararlanma olanağı sağlanmasından ibarettir.<br />
<br />
<strong>Aldatmaca ve yanılsama</strong><br />
Toplu sözleşme hakkının tanındığı savı, böyle olduğunu düşünen kimi yazarlar ve özellikle sendikalar açısından tam anlamıyla bir yanılsama, düzenleyenler açısından ise gerçek bir aldatmacadır. </div><div style="text-align: justify;"><br />
Yürürlükteki anayasal ve yasal düzenlemede, yani toplu “görüşme” sisteminde son söz Bakanlar Kurulu’nda ve/ ya da yasama organındadır. Oysa değişiklik metninde, son söz artık “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu” (KGHK) adıyla kurulacak organda görünüyor. Bu organa, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” başvurulabilecektir. Başvuracak olanlar ise, “taraflar”dır. Peki, “taraflar” kimler? Maddedeki düzenlemeye göre “memurlar ve kamu görevlileri”. Yasal düzenleme aşamasında, tarafların “memurlar ve kamu görevlileri” değil, şimdi olduğu gibi kuracakları sendika ve konfederasyonlar olacağına kuşku yok. </div><div style="text-align: justify;">KGHK, tarafların uyuşmazlığı çözememesi durumunda, başvuruları üzerine inceleyip çözecektir. Bu çözüm “kesin”dir, verilecek karar da, gerçekte özgür ve gönüllü bir toplu pazarlığın sonucu olmadığı halde, “toplu sözleşme hükmündedir”, yani toplu sözleşme sayılır. Böylece de, sözüm ona toplu sözleşme hakkı, sözüm ona “toplu sözleşme” ile sonuçlanır! </div><div style="text-align: justify;"><br />
Bu sözcüklere aldanırsanız, düzenlemenin toplu sözleşme hakkı tanıdığını ileri sürebilir, yürürlükteki düzenlemeden (toplu görüşmeden) daha geri olmadığını sanabilirsiniz! Bu, özünde kesin grev yasağı öngören 1936 İş Yasasıyla getirilen “mecburi tahkim” sistemine benzer bir “zorunlu toplu sözleşme” sistemini, özgür ve gönüllü toplu sözleşmeye denk sayma yanılsamasıdır! Değişiklik kesinleştiğinde, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir” diyerek grev yasağını anayasallaştıran kural kaldırılmadıkça, kamu görevlilerinin grevli toplu sözleşme hakkı bir “rüya” olur.</div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;">Çünkü 54. maddenin 1. fıkrası, “toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” “işçiler”in grev hakkını güvenceye alırken, değişiklik kuralı kamu görevlilerini uyulması zorunlu karar verme yetkisi bulunan KGHK’ye gönderiyor. Böyle bir sistem, ancak “grev yasağı” rejiminde uygulanabilir.<br />
<br />
<strong>Hükümet güdümünde</strong><br />
Anayasal düzenlemeyi, KGHK üzerinde durarak irdelemek gerekiyor. AKP Taslağında, 4688 sayılı yasada düzenlenen Uzlaştırma Kurulu (UK) öngörülmüştü. UK ise, Yüksek Hakem Kurulu başkanının başkanlığında dört farklı alandan -sendikalara sorulmaksızın- belirlenen dört öğretim üyesinden oluşuyor. Öğretim üyelerini seçmeye, Üniversitelerarası Kurul yetkilidir. Bu yöntem, kuramsal olarak, UK’ye görece siyasi iktidardan ve hükümetten bağımsız davranma olanağı verebiliyor. Nitekim AKP hükümeti, UK’nin kendisinin belirlediği zam oranlarının üstüne çıkmasından hiç hoşnut olmadı ve UK kararlarına uymadı. </div><div style="text-align: justify;"><br />
Hükümet, bir yandan toplu sözleşme hakkı tanır görünürken, öte yandan yasadaki UK’nin görece bağımsız yapısı ve bunu kararlarına yansıtması olasılığı karşısında, KGHK’nin yasayla düzenlenecek yapısının değiştirilmesini öngördü. Bu düzenleme, artık 4688 sayılı yasadaki UK’nin tarafların temsilcilerinin yer almadığı yapısına benzemeyecek; çok büyük bir olasılıkla, “tarafsız” olacağı varsayılan bir üyenin başkanlığında, kamu işvereninin (hükümetin) ve sendikaların, temsilcilerin yer alacağı üçlü yapıda bir kurul oluşturulacak. Son söz kendisindeyken bağımsız yapılı bir UK’de sakınca görmeyen hükümet(ler)in, son sözü KGHK’ye devrettiği bu yeni yapılanmada “işi şansa bırakması” beklenemez. Değişiklik önerisinde, KGHK’nin yasadakine benzer özerk ve bağımsız bir yapıda oluşturulması için hiçbir anayasal güvence kuralı bulunmuyor.</div><div style="text-align: justify;"><br />
Yakındığı kurumları ele geçirdikten sonra sorunların çözüldüğünü düşünen bir hükümetin, kamu görevlilerinin ücret düzeylerinin belirlenmesi konusundaki tek yanlı karar yetkisinden vazgeçebileceğini düşünmenin, ancak iyimserlik ötesinde “safdillik” sözcüğüyle tanımlanmasında bir sakınca görmüyorum.<br />
<br />
<strong>AİHM kararlarına aykırı</strong><br />
Bir kere bu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM), “sen ne karar verirsen ver, beni ilgilendirmez; ben tazminatı öder bildiğimi okurum” yaklaşımının açık ve tipik bir göstergesi. 54. maddedeki “12 Eylül ruhu”nun sindiği yasaklardan yalnızca ikisini yürürlükten kaldırmakla yetinip diğerlerine dokunmazken, ILO sözleşmelerinden söz eden hükümet, nedense toplu sözleşme ve grev hakları söz konusu olduğunda Strazburg’ta altı ayrı kararla mahkum olduğunu ve bu kararların gereklerini yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu unutuyor. </div><div style="text-align: justify;"><br />
Nedir bu yükümlülük? ILO’nun, BM’nin ve AİHM’nin ortak anlatımıyla, “devlet adına otorite işlevleri yerine getirmeyen”, “kamu erki kullanmayan” tüm kamu görevlilerine toplu sözleşme ve grevi de kapsayan toplu eylem hakları tanımak. Sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının bölünmezliği ve bütünselliği, insan hakları sözleşme ve içtihatlarının tanıdığı evrensel bir ilkedir. </div><div style="text-align: justify;"><br />
Kamu görevlileri, her fırsatta AİHM’in beğenmedikleri kararlarına karşı benzer tepkiyi gösteren AKP’li politikacıların ileri sürdüğü gibi, grevli toplu sözleşme hakkını “rüyalarında” değil, AİHM kararlarında, ulusalüstü ILO ve BM sözleşmeleri ile denetim organlarının her yıl yinelediği kararlarında görüyor. <br />
Önemli olan, muhalefette ve iktidarda başka başka konuşmama tutarlılığı değil midir?</div>Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-29123127607841493682010-07-31T12:45:00.000+03:002010-07-31T12:45:54.998+03:00Ece Temelkuran yazdı:<span style="font-size: x-large;">Bıktık!</span><br />
<span style="font-size: x-large;"></span><br />
<br />
<span style="font-size: x-large;"><span style="font-size: small;"><b>Kaynak: </b>Haber Türk | http://bit.ly/9Sau3E</span></span><br />
<span style="font-size: x-large;"><span style="font-size: small;"> </span></span><br />
<span style="font-size: x-large;"><span style="font-size: small;">Bıktım... AKP'nin iktidara gelişinden beri memleketi etkisi altına alan şizofrenik siyasal iklimden bıktım. Siyasal olarak aynı çizgide olduğum, ahlaken de birbirimizin arkasında duracağımız arkadaşlarımla ikide bir kendimi farklı "kamplarda" bulmaktan da bıktım. Bu lüzumsuz ve yıpratıcı sürecin parçası olup kendimi istemediğim insanlarla aynı kamplarda bulmaktan, insanları kırmaktan, kırılmaktan da bıktım. Üstelik bu siyasal iklimde reel politik hesaplarla mı düşünmeli, sonucuna bakmadan ahlaki bir tavır mı almalı sorusundan da bıktım. O yüzden boykot!<br />
<br />
Beni ve benim gibileri, hayır dedikleri takdirde Geçici 15. Madde'nin değişmesine hayır diyor konumuna düşüren, evet desen bir siyasal hıncın ve hırsın parçası olmaktan kurtulamayacağımız bu "darlanmaya" karşı boykot!<a name='more'></a><br />
<br />
Eski ve yeni sermaye arasında süren bir kavganın yeni bir raundu olarak gördüğüm Anayasa değişikliği sürecinde siyaseten en tutarlı, en sağlıklı bulduğum insanlarla beni farklı kamplara savuran bir düzenek varsa bu duruma karşı siyaseti aşan ahlaki bir tavır almak gerekir. Tek tek kişileri yıldıran, "sol"da fikir ve ideoloji üreten beyinleri birbirine düşman hale getirip dumur eden bu sürecin temelinde bir yanlışlık var. Açık konuşalım:<br />
<br />
Örneğin Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Gencay Gürsoy, Oya Baydar "evet" diyor, ben demiyorum. Şimdi otursak, serinkanlı bir tartışma yapsak hepimiz bir diğerinin bütün argümanlarını en fazla yarım saatte çürütürüz. Mesele çürütmek, çürütülmek değil; aynı kederli, mütereddit havada oluruz. Demek ki içine sokulduğumuz bu cenderede bir hastalık var.<br />
<br />
Hiçbirimizin memnun olmadığı bu hastalıklı ortamda, gelecek nesilleri etkileyen ve geçmiş nesillerin yaraları üzerinden işleyen bir süreçle Anayasa yapılması, buna destek vermek bize yakışmaz.<br />
<br />
Peki boykot etkili bir siyasal araç mıdır? Bir oyuna katılmak o oyunun oynanmasını engellemiyorsa, o zaman katılmak ve bir kampa mı dahil olmak lazım? Gencay Gürsoy boykot fikrinin "sonuç alabilecek ataklıkta" olmadığını düşünüyor. Ne yalan söyleyeyim, doğrudur. Fakat artık bu da beni ilgilendirmiyor.<br />
<br />
Beni artık kurduğumuz insani ilişkileri bile yok eden bu siyasal atmosfere karşı bir ahlaki tavır alma mecburiyeti ilgilendiriyor. Beni artık bu oyunun dışında olmak ilgilendiriyor.<br />
<br />
Tek kelimeyle "müstekreh" olarak tarif ettiğim bu atmosferi delip geçmek istiyorum. Taraf Gazetesi'nin reel politikaya göre yönlendirdiği kampanyalarının, Tayyip Bey'in aniden baş gösteren sol duyarlılığının, liberal kesimin gevşek bir gülümsemeyle aldığı sıkı pozisyonların, eskiden komünist avına çıkanların şimdi demokrasi şampiyonu kılığında kurdukları diskurların, statükocu sosyal demokratların güdük argümanlarının, eski ülkücülerin demokrasi lafına bulanmış siyasi hırslarının dışında bir siyasal pozisyon, daha da ötesi bir ahlaki pozisyon olmalı. Birçoğumuzun paylaştığını düşündüğüm bu siyasal bıkkınlığı ve tiksintiyi bir sese çevirmek için: Boykot!<br />
<br />
FISILTILARLA GELEN ADAMLAR<br />
<br />
Serdar Akinan, Akşam Gazete-si'nde yazıyor. Hem İnegöl'den hem Hatay'dan aynı haberleri veriyor. Tıpkı Maraş Katliamı'nı hatırlatan bir hikâye anlatıyor Akinan. Şehre önce bir dedikodu yayılıyor, sonra kimsenin tanımadığı birtakım adamlar peydah-<br />
<br />
lanıyor. Geçen gün yazdığım gibi bütün gündemi "kahvehanede oturan gençler" adlı grup belirliyor bugün. Toplumsal moloza benzeyen bu gruplar, Türkiye siyasetini belirlemekle kalmıyor, Türkiye'de "normalin" ne olduğuna da onlar karar veriyor.<br />
<br />
KADINLAR VE YILDIRIMLARI<br />
<br />
Normal bir ülkede, normal bir yazar olsaydım bugün bu konuyu yazacaktım:<br />
<br />
"Ama Lou (Salome) 'Sadakatsiz kadınlar mutlaka bir erkeği bir sonraki için bırakmaz' diyerek karşı çıkmıştı. Kadınlar salt kendilerine dönme ihtiyacı da duyardı<br />
<br />
bazen. Onların sadakatsizliği ihanet de değildi: 'Kadın, onu ortadan ikiye bölecek yıldırımı özleyen bir ağaç gibidir, ama ağaç büyümek de ister.' Dolayısıyla, kadın ya 'erkeğin yarısı' olarak kalacak ya da her yıldırımdan sonra yeniden büyümeye başlayacaktır; ya kendi bütünlüğünden vazgeçecek ya da sadakatsiz olacaktır."<br />
<br />
H.F. Peters'ın Salome'nin hayatını anlattığı "Kızkardeşim, Karım" adlı kitabından. Salome?.. Freud'un, Nietzsche'nin, Rilke'nin, Pasternak'ın ahbabı, sevgilisi olmuş kadın... AFA Yayınları'ndan çıkmış, baskısı tükenmiş olan bu kitap keşke yeniden basılsa.<br />
<br />
Not: Bir tatile çıkayım artık. Hiç değilse kısacık. Haftaya buluşmak üzere...</span></span><br />
<span style="font-family: "Times New Roman","serif";"><o:p></o:p></span>Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-47630097319260664822010-07-31T09:19:00.000+03:002010-07-31T09:19:36.296+03:00Aydınlar "BOYKOT" diyor:<span style="font-size: large;">Referandumu Boykot Çağrısının Tam Metni ve İmzacılar</span><br />
<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"><a href="http://bianet.org/resim/olcekle/18521/490/260" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" bx="true" height="169" src="http://bianet.org/resim/olcekle/18521/490/260" width="320" /></a></div><br />
<br />
Aralarında birçok gazeteci, sanatçı, hukukçu, sendikacı, insan hakları savunucusunun olduğu 380 kişi, yurttaşları anayasa değişikliği referandumunda sandığa gitmemeye çağırıyor; "Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik yeni bir anayasa istiyoruz. Referanduma katılmıyoruz" diyor.<br />
<br />
Kaynak: BİA Haber Merkezi<br />
<a href="http://bianet.org/bianet/siyaset/123815-referandumu-boykot-cagrisinin-tam-metni-ve-imzacilar">http://bianet.org/bianet/siyaset/123815-referandumu-boykot-cagrisinin-tam-metni-ve-imzacilar</a><br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Birçok gazeteci, sanatçı, hukukçu, sendikacı, insan hakları savunucusu, bugün anayasa değişikliği için 12 Eylül'de yapılacak referandumda, yurttaşları oy vermemeye, oylamayı boykot etmeye çağırdı.<br />
<br />
Bugün kampanyalarını kamuoyuna duyuran aydınların çağrı metni şöyle.<br />
<br />
Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik yeni bir anayasa istiyoruz, referanduma katılmıyoruz<br />
<br />
12 Eylül askeri darbesinin eseri olan 1982 anayasası üzerinde yapılan onlarca değişiklik, demokratikleşme yönünde köklü bir iyileşme yaratmamış, söz konusu anayasanın toplumsal meşruiyet kazanmasına yetmemiştir.<br />
<br />
Birçok temel sorunun çözümü için yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç olduğu açıktır. Hükümet, toplumsal beklentilerin çok gerisinde kalmış, demokratik yeni bir anayasa hazırlama fırsatını değerlendirmemiş, attığı sembolik adımlardan bile geri dönmüştür. Meclis çoğunluğuna dayalı bir oylamayla "paketi" referanduma taşıyarak ülkeyi kısır bir kutuplaşma sürecine sokmuştur.<br />
<br />
"Mevcut anayasanın yama tutmadığı" bizzat AKP mensupları tarafından defalarca dile getirilmiş olduğu halde iktidar toplumun önüne bir kez daha temel sorun alanlarına dokunmayan bir paketle yamalanmış, anti-demokratik özü değişmemiş bir anayasa getirmiştir.<br />
<br />
Paketli haliyle de paketsiz haliyle de bu Anayasa'da kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, dini inançlarından, cinsel kimliklerinden ötürü ayrımcılığa uğrayanlar yoktur: Kendileri de yoktur, talepleri de yoktur!<br />
<br />
Demokratik temsili engelleyen, halkın iradesinin önüne set çeken seçim barajını savunan zihniyetin, ileriye dair umut verebilecek bir demokratikleşme kararlılığından da söz edilemez.<br />
<br />
Bu koşullarda yapılan referandumun evet de dense, hayır da dense mevcut anayasayı halkoyu ile meşrulaştırmaya hizmet edeceğini, yeni anayasa beklentilerini öteleyeceğini düşünüyoruz. <strong>Yeni makyajlarla sürdürülen statükoya oy vererek bu kandırmacaya alet olmak istemiyoruz.</strong><br />
<br />
* Hiçbir kesimi dışlamayan katılımcı bir anlayışla, hak ve özgürlük eksenli bir anayasayı hayata geçirmek için bir araya geliyoruz.<br />
<br />
* Tek tip yurttaş yaratmayı düstur edinen, bu ülkenin farklı halklarını, inanç, kimlik ve kültürlerini bu toplumun aslî unsurları olarak kabul etmeyen darbe anayasasının kısmi değişikliklerle demokratik nitelik kazanmayacağını bir kez daha hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz.<br />
<br />
* Yeni ve demokratik bir anayasa istediğimiz için bu oyunda yer almayacağımızı, seslerimizin, taleplerimizin "evet" ya da "hayır" oyları arasında kaybolmasına, silinmesine izin vermeyeceğimizi, referandum sandığına gitmeyeceğimizi kamuoyuna bildiriyoruz.<br />
<br />
Özgürlüklerden, insan onurundan ödün vermeyen, emekten ve ezilenlerden yana olan herkesi, katılımcı bir süreçle yapılacak yeni demokratik bir anayasa için birlikte mücadele etmeye davet ediyoruz.<br />
<br />
Yeni anayasa'da toplumsal muhalefetin sesini duyurmaya davet ediyoruz!<br />
<br />
<strong>Çağrıcılar</strong><br />
<br />
A. Kirami Kılınç, Av. A. Baki Boğa, Dr. A. Selçuk Mızraklı, A. Halim Daşdemir (Tüm Bel-Sen Bitlis İl Tem.), Abdullah Karahan (Eğitim Sen Diyarbakır), Abdullah Melik (Ziraat Mühendisleri Odası Urfa Şube Bşk.), Abuzer Kiraz , Dr. Adem Avcıkıran, Adil Bartan (Tüm Bel-Sen Şırnak İl Tem.), Adil Okay (Şair-Yazar), Ahmet Adıgüzeli (Eğitim Sen Kars), Ahmet Çelik (Yapı-Yol Sen Mardin), Ahmet Erdoğan, Ahmet Kale, Ahmet Korkmaz (Haber-Sen Genel Mali Sekr.), Ahmet Say (Yapı-Yol Sen Genel Sekr.) , Ahmet Saymadı, Ahmet Tulgar, Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, Akife Aktaş (SES Şişli Şube Sekr.), Alev Şahar, Ali Erdem (SES Elazığ Temsilcilik Bşk.), Ali Ersönmez (Eğitim Sen), Ali Gün (Eğitim Sen 2 No'lu Şube Bşk.), Ali Gürbüz , Av. Ali Haydar Konca, Altuğ Yılmaz, Arjen Arî (şair), Aslan Demir (HÖDER Urfa Şube Bşk.), Aslan Öner (Eğitim Sen Kızıltepe Tem.), Atilla Yaşrin (şair) , Dr. Ayfer Bostan, Ayhan Bilgen, Av. Ayhan Çabuk (Van Baro Bşk.), Aynur Ak (G. Antep İHD Bşk.), Av. Ayşe Batumlu, Ayşe Berktay, Ayşe Günaysu, Ayşegül Devecioğlu (yazar), Doç. Dr. Ayşegül Yılgör, Doç. Dr. Ayten Alkan, Azad Zal (yazar), Bahattin Budak (Haber Sen Mardin), Av. Bahattin Özdemir, Bahri Erener (SES Şırnak Temsilcilik Bşk.), Av. Bedri Kuran, Bedriye Yorgun (SES Genel Bşk.), Behlül Zelal (Yazar), Beni Saadet Erdem (Yazar), Berat Günçıkan (gazeteci-yazar), Besim Baydono, Beşir Çelebioğlu (Tüm Bel-Sen Hakkâri İl Tem.), Bilge Contepe, Doç. Dr. Bülent Duru, Bülent Özçelik (Editör), Büşra Beste Önder, Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Av. Cafer Koluman (PSAKD Diyarbakır Şube Bşk.), Celal Başlangıç (gazeteci-yazar), Celal Ovat (DİSK MYK Üyesi), Celal Temel, Cemal Babaoğlu (İHD Urfa Şube Bşk.), Cemalettin Yüksel (Haber-Sen İstanbul 9 No'lu Şube Bşk.), Cengiz Çeri (SES Sivas Şube Sekr.), Prof. Dr. Cengiz Güleç, Cengiz Tunç (Haber Sen G.Antep İl Tem.), Cezmi Gündüz (Eğitim Sen Ağrı), Cihat Parlak, Coşkun Usterci, Av. Cüneyt Caniş, Av. Cüneyt Durnaoğlu, Çiğdem Mater, Çiğdem Öztürk, Çiya Mazi (Yazar), Defne Asal (gazeteci), Demir Küçükaydın, Deniz Apaç (SES), Deniz Arslan (SES), Deniz Topkan (SES Batman Şube Bşk.), Dilaver İnal (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.), Doğan Anğay (Eğitim Sen Mardin Şube Bşk.), Ece Temelkuran (gazeteci-yazar), Edip Yaşar T(üm Bel-Sen Diyarbakır Şube Bşk.), Emine Uşaklıgil, Emirali Şimşek (Eğitim Sen Genel Sekr.), Enver Ete (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.), Enver Özpolat (Adıyaman Azikan Kültür Derneği Bşk.), Erdal Güzel (SES İstanbul Anadolu Şube Bşk), Erdal Karakuş (Tüm Bel-Sen Kocaeli Şube Bşk.), Av. Erdal Kuzu (İHD) , Erdir Zat (gazeteci), Erdoğan Aydın (yazar), Ergün Haspolat (Tarım Orkam Sen Genel Mali Sekr.), Av. Erhan Aksoy, Erhan Berhemenoğlu, Erhan Sönmez (Tiyatrocu-Yazar), Ersin Erinçik (Genel-İş Ağrı Şube Bşk.), Ertuğrul Kürkçü, Esra Çiftçi (gazeteci-yazar), Eylem Ateş, Av. Eyüp Duman, Eyüp Ferhatoğlu (SES Muş Şube Bşk.), Av. Eyyüb Sabri Öncel, Faik Bulut (yazar), Faruk Altın (BTS Urfa İl Tem.), Faruk Bozyel (Eğitim Sen), Faruk Kesik (Haber-Sen Urfa İl Tem.), Fatma Özdemir, Fehmi İzgin, Felat Jiyan (Yazar), Feratê Dengizî (Yazar), Ferhat Tunç (müzisyen), Av. Feride Laçin, Fesih Dadaş (Tüm Bel-Sen Erzurum İl Tem.), Fevzi Gündüz (EMO Urfa Şube Bşk.), Fevzi İşsever (SES İstanbul Aksaray Şube YK), Fikret Çalağan (SES Ankara Şube Sekr.), Dr. Fikri İzgin, Filiz Ağın, Füsun Çiçekoğlu, Göksun Yazıcı, Gülçin İspert (Eğitim Sen Kadın Sekr.) , Güldal Kızıldemir, Güler Elveren (Tüm Bel-Sen Eğitim Basın Yayın Sekr.), Gülseren Yoleri, Güngör Şenkal, Gürbüz Demir (Eğitim Sen), Gürbüz Solmaz (SES Tunceli Şube Sekr.), Hacay Yılmaz (yazar), Hacı Çetin (Tüm Bel-Sen Urfa Şube Bşk.), Hacı Özmez (Tarım Orkam Sen Mardin), Halis Yakut (Genel-İş Batman Şube Bşk.), Halit Ateş (Eğitim Sen Elazığ), Haluk Ağabeyoğlu, Prof. Dr. Haluk Gerger, Hamdullah Yıldırım (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.) , Handan Mısırlıoğlu (SES Şişli Şube Örgütlenme Sekr.), Hasan Canel , Hasan Çiçek (Genel-İş Tunceli Şube Bşk.), Hasan Güzel (Tüm Bel-Sen İstanbul 3 No'lu Şube Bşk.), Hasan Kaldık (SES Malatya Şube Bşk.), Hasan Kapıkıran (Mersin 68'liler Derneği Bşk.), Hasan Özgüneş (Yazar), Hasan Sertkaya (Tüm Bel-Sen Mardin Şube Bşk.), Hasan Tanrıverdi (Yol İş Adıyaman Tem.), Hasan Yıldız (Haber-Sen Genel Sekr.), Hasbiye Günaçtı, Hatun İldemir (Eğitim Sen 8 No'lu Şube Bşk.), Haydar Arslan (Yapı-Yol Sen Genel Bşk.), Hicri İzgören (Şair-yazar), Hikmet Acun, Hogir Berbir (Yazar), Hulusi Zeybel, Hüseyin Gülseven (SES Kocaeli Şube Bşk.) , Hüseyin Koluman (Eğitim Sen Kahramanmaraş), Irazca Geray, İ. Halil Efetürk , İdris Ekmen , İhsan Kaçar (Fotoğrafçı), İlhan Ulusoy (yazar-iktisatçı), Prof. Dr. İlhan Uzgel, İmam Tümen (Eğitim Sen Adıyaman), Prof. Dr. İrfan Açıkgöz, İrfan Aktan (gazeteci-yazar), İrfan Babaoğlu (Kürt Yazarlar Der.Bşk), İrfan Cüre, İsmail Açıkgöz , İsmail Karataş (SES Ağrı Şube Bşk.), İsmet Karadağ (SES Urfa Şube Bşk.), İzzet Karaboğa , İzzettin Alpergin (Tüm Bel-Sen Genel Sekr.), Jaklin Çelik (yazar), Kadir Yalınkılı , Kadri Baysal (Eğitim Sen), Kamer Konca, Kamil Kutlu(Eğitim Sen Siirt), Kamiram Yıldırım (TTB Mardin) , Kemal Birgül (ESM Urfa Şube Bşk.), Kemal Bülbül (PSAKD Eğitim Örgütlenme Sekr.), Kemal Gültekin(Eğitim Sen Bitlis), Dr. Kemal Parlak, Kemal Yalcın (SES Hatay Şube Sekr.), Kemal Yazar (İMO Urfa Şube Bşk.), Kerem Demir (Tarım Orkam Sen Urfa Şube Bşk.), Kiraz Biçici, Dr. Koray Çalışkan, Koray Löker, Lal Lalesh (şair-yazar), Leyla Doğan (SES İstanbul Bakırköy Şube Mali Sekr.), Lezgin Botan(Eğitim Sen Van), Lokman Özdemir (DİVES Genel Bşk. ), M. Can Tokay (Eğitim Sen), M. Faruk Bozyel (SES Mardin Şube Bşk.), Dr. M. Fatih Şanlı, M. Hanifi Demir (Tüm Bel-Sen Ağrı İl Tem.), M. Salih Doğrul (Genel-İş Diyarbakır Şube Bşk.), M. Şirin Tunç, Mahir Lebe (ESM G.Antep Şube Bşk.), Mahmut Barık (Yazar), Mahmut Hekimoğlu (Tüm Bel-Sen Siirt Şube Bşk.), Mahmut Karabulut , Mahmut Konuk, Mahmut Öztemel , Mahmut Timurtaş (Genel-İş Siirt-Mardin Şube Bşk.), Doç. Dr. Mahmut Toğrul, Mahmut Turan (Kurdi Der Adıyaman Şube Bşk.), Av. Mahmut Vefa, Mahmut Yapıcı (PSAKD Ady. Şube Bşk.), Mehmet Alanç (SES Siirt Şube Bşk.), Mehmet Ali Ayan, Mehmet Ali Tunç (Eğitim Sen İzmir), Av. Mehmet Bayraktar, Mehmet Bozgeyik (Eğitim Sen Genel Sekr.), Mehmet Çelik (KMO Urfa Şube Bşk.), Mehmet Demir (Batman Tabip Odası Bşk.), Mehmet Demir (Tüm Bel-Sen İstanbul 5 No'lu Şube Bşk.), Mehmet Deviren(Yazar), Prof. Dr. Mehmet Elbistan, Mehmet Erdoğan (Jeoloji Müh. Odası Urfa Şube Bşk.), Mehmet Özer, Mehmet Paydaş (Mimarlar Odası Urfa Şube Bşk.), Mehmet Salih Erol(Eğitim Sen Batman), Mehmet Sıddık Akın (SES MYK üyesi), Av. Mehmet Tiryaki, Mehmet Ufuk Peker, Mehmet Yerli (Genel-İş Kars Şube Bşk.), Mehmet Yücel, Prof. Dr. Melek Göregenli, Melek Ulagay Taylan (belgesel sinemacı), Memduh Öztürk (Belediye-İş Mardin Şube Bşk.), Memduh Tunç (Haber-Sen İstanbul 7 No'lu Şube Sekr.), Av. Mensur Işık, Av. Meral Danış Beştaş, Metin Behnan, Metin Temel (Eğitim Sen Yön. Kur.), Metin Vuranok (Tarım Orkam Sen Genel Sekr.), Metin Yeğin (gazeteci-yazar-belgesel sinemacı), Mihdi Perinçek, Mikail Gözek (UKSM Urfa Şube Tem.), Dr. Muammer Değer, Muhammed Nur Denek (yazar), Mukaddes Erdoğdu Çelik , Munzur Pekgüleç, Murat Çakır, Dr. Murat Verdioğlu, Musa Bor (SES Hakkari Şube Bşk.), Mustafa Aslan, Mustafa Yazar (MMO Urfa Şube Bşk.), Mustafa Yelkenli, Muzaffer Çınar (Tüm Bel-Sen Batman İl Tem.), Münir Güzel (SES Mersin Şube Sekr.), Müslüm Öcay (BES Urfa Şube Bşk.), Nasrettin Oral (Eğitim Sen), Yard. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, Nazif Dağ (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Urfa Şube Sekr.), Nebahat Bayrak , Nebil Senkal, Nebile Irmak Çetin (Genel-İş Konut İşçileri Sendikası İstanbul Şube Bşk.), Necati Abay (gazeteci), Necdet Gökoğlu, Necdet Şansal (Emekli-Sen Urfa Şube Bşk.), Necmettin Salaz, Nejdet Arslan (Eğitim Sen Nusaybin Tem.), Av. Nevzat Anuk, Nihat Bayram (Yapı-Yol Sen Genel Örgütlenme Sekr.), Doç. Dr. Nilgün Toker, Nimetullah Sözen (Petrol-İş Sen Eğitim Sekr.), Nizamettin Bağlan (Tüm Bel-Sen Van Şube Bşk.), Nuran Ağırnaslı, Nurettin Kınık (Tüm Bel-Sen Örgütlenme Sekr.), Nuri Koç (Eğitim Sen Erzincan), Nuri Temel (Eğitim Sen), Prof. Dr. Nükhet Sirman, Oktay Etiman, Orhan Alkaya (Tiyatrocu-Şair), Osman Kavala, Osman Şenkul, Osman Yılmaz (Yeminli Mali Müşavir), Ömer Güzeller (Yapı Yol-Sen Urfa Şube Bşk.), Dr. Ömer Kılıç (SES G.Antep Şube Sekr.), Ömer Şimşek (MMO Urfa Şube Bşk.), Ömer Tekin (Genel-İş Van Şube Bşk.) , Önder Doğan(Eğitim Sen Sivas), Özcan Sapan, Özgül Köse (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.), Özlem Ateş, Pelin Özer, Pınar Selek (yazar-sosyolog), Ragıp Duran (gazeteci-yazar), Dr. Remzi Azizoğlu, Remzi Çalışkan (Genel İş Örgütlenme Daire Bşk.), Rıdvan Bulfak TMMOB İMO, Rıza Gürbüz (SES Adıyaman Temsilcilik Bşk.), Rikoş Odabaş Çakan (SES Bingöl Temsilcilik Bşk.), Ronî War (Yazar), Sadık Demir (Genel-İş Urfa Şube Bşk.), Sait Çetinoğlu, Salih Akdağ (Eğitim Sen), Dr. Salih Karaboğa (TTB Mardin), Salim Turgut, Sami Tan (Kürt Enstitüsü Bşk.), Samiyal Temiz, Savaş Demirci, Sedat Güler (SES Bitlis Şube Bşk.), Sedat Serçik (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.), Selçuk Şahin Polat (Yazar), Selda Somuncuoğlu, Semih Oktay , Semir Behnan, Dr. Semun Corc, Serdar Ekingen (DİSK Diyarbakır Bölge Tem.&Genel-İş Bölge Bşk.), Serdar Koçyiğit (SES Bolu Şube Bşk.), Serfiraz Ökman (Eğitim Sen Mardin Şube Yön.), Av. Serhat Ölmez, Serkan Seymen, Serkeft Botan (yazar) , Serpil Geyik (Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği Urfa Şube Bşk.), Servet Kavukoğlu (Eğitim Sen Hatay), Sevgül Özdemir (BES G.Antep Şube Bşk.), Sevim Çiçek (SES Erzincan Temsilcilik Bşk.), Seydi Fırat, Seyfettin Gülengül (Birleşik Metal - İş Anadolu Şube Bşk.), Sezai Sarıoğlu (yazar-şair), Sıdkı Dehşet (Eğitim Sen Urfa Şube Bşk.), Sırma Evcan (Gazeteci), Sibel Yalın (Yayıncı), Siren İdemen (gazeteci), Soner Gülağacı (TMMOB İKK UrfaŞube Bşk.), Songül Morsünbül (KESK Kadın Sekr.), Suat Bozkuş, Suleyman Boyaci ( Asu Suryani Keldani Demokratik İnisiyatifi ), Süleyman Bakırcıoğlu, Şaban Korkmaz, Şahan Nuhoğlu, Şefik Çağır (Eğitim Sen Kocaeli Şube Sekr.), Şefika Gürbüz, Dr. Şemsettin Koç (Diyarbakır Tabip Odası Bşk.), Şevket Akdemir , Şexmus Sefer (Yazar), Şeyhmus Akbaba (BES Mardin Şube Bşk.), Şeyhmus Diken (yazar), Şeyhmus Dinç (SES), Şeyhmus Közgün (yazar), Şöhret Baltaş (yazar), Şükran Koyuncu (SES), Şükriye Ercan, Tacim Şimşek, Taner Koçak, Tarık Soydan, Tayfun Şen, Temel Demirer , Tevfik Doğan Toker, Tuğrul Eryılmaz (gazeteci-yazar), Tunca Şaşar(Eğitim Sen Bingöl), Dr. Tülay Özdemir, Uğur Turan (Tüm Bel-Sen Muş Şube Bşk.), Ümit Doğan (SES MYK Üyesi), Ünal Karasu, Vahdettin Kılıç (SES Diyarbakır Şube Bşk.), Vecdi Erbay (şair-yazar), Vedat Doğanay (Tüm Bel-Sen Kars İl Tem.), Veysi Altay, Volkan Görendağ , Yasemin Akbaş , Yaşar Küçükaslan ( Asuri Suryani Keldani Demokratik İnisiyatifi ), Yavuz Düz (SES Ardahan Temsilcilik Bşk.) , Yeqin H. Ölmez (Yazar), Yeşim Dormen, Yılmaz Berki (SES Van Şube Bşk.), Yılmaz Kızılırmak (Dev. Maden-Sen), Doç. Dr. Yılmaz Turgut, Yılmaz Yıldız (SES Niğde Temsilcilik Bşk.), Yunus Akıl (BTS Genel Bşk.), Yusuf Bilen, Yusuf Çetin (sinema sanatçısı), Yücel Göktürk (gazeteci), Zahir Sarıtaş (akademisyen-yazar), Zemzem Fedai Bali (Tüm Bel-Sen Mer. Den. Kur.) , Zeynel Eroğlu (Petrol İş Adıyaman Şube Bşk.), Zeynep Tozduman (İzmir Süryani Platformu) (TK)Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-77805059074106164532010-07-30T22:24:00.000+03:002010-07-30T22:24:34.150+03:00Ayşegül Devecioğlu Yazdı:<span style="font-size: large;">AKP'nin 12 Eylül Anayasası</span><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<strong>NedenBoykot'tan:</strong> Ayşegül Devecioğlu'nun Bianet.org'da yayımlanan yazısı, anayasanın sivilliği, 12 Eylül'le hesaplaştığı ve demokrat olduğu konusundaki iddialara açıklık getiriyor. Her ne kadar blogumuzun bazı yazarları Devecioğlu'nun Kürt sorunundaki 'barış' argümanına katılmasa da, yazı referandumun gerçek yüzünü gösteren en etraflı yazılardan bir tanesi. İyi okumalar...<br />
<br />
Kaynak: bianet.org <br />
<a href="http://bianet.org/bianet/bianet/121510-akpnin-12-eylul-anayasa">http://bianet.org/bianet/bianet/121510-akpnin-12-eylul-anayasa</a><br />
Geçenlerde katıldığım bir anayasa toplantısında anayasaya muhalif kesimden bir hukuk profesörü, 12 Eylül'le hesaplaşmanın, 1982 Anayasası'nın darbecilerin dokunulmazlığını garanti eden 15. maddenin kaldırılmasıyla mümkün olamayacağını anlatırken, konuşmasını kendi yaşantısından bir örnekle zenginleştirme yoluna gitti.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Seksende, İstanbul Üniversitesi'nde asistanken, askerlerin gelip, üniversiteden atılacak öğretim üyelerinin listesini verdiklerini, ancak bu üniversite hocalarını görevden uzaklaştıranın askerler değil rektör olduğunu canlı bir biçimde anlatan hukukçu; binlerce kamu görevlisinin de yer aldığı bir sorumluk alanını işaret ediyordu.<br />
<br />
Ancak, kuşkusuz önem taşıyan sözleri değil de, anlatımındaki -defalarca dinlememe rağmen galiba ilk kez rastladığım- uzman değil; tanık havası, belki "yüzleşme" değil "hesaplaşma" sözcüğünü tercih etmesi; yüzünde beliren kelimenin tam karşılayamadığı anlam; anayasa tartışmasına sinen klişelerin arasından sıyrılıveren yirmili yaşlarda bir asistanı, o günlerin dehşeti ve çaresizliğiyle bulunduğumuz salona taşıdı...<br />
<br />
Toplantının geri kalanında, o tanıdık can acısıyla geri dönen kayıp zaman, varlığı artık yalnızca hüzün veren eski bir yoldaş gibi, bana eşlik etti.<br />
<br />
Politik anlam kazandırılmayı ve mücadele konusu olmayı bekleyen; hâlâ hesaplaşmayı başaramadığımız bu zaman parçası, köşe yazarlarına malzeme sağlayan söz ustalıklarının, zekâ gösterilerinin, malumatfuruşlukların, tarafsız aydın konumlarının, akademik lafazanlığın bulandırdığı tartışma zeminine galebe çalıyor.<br />
<br />
Bize değmeyen genel bir hukuki metni değil, köy boşaltmalar, orman yakmalar, işkencede ölümler, faili meçhuller, kadın katliyle gey, travesti ve transseksüel cinayetleri, çocukların taş attıkları için hücrelerde çürüyor olmaları, milyonlarca insanın anadilinde konuşamaması gibi yaşamsal hakikatler üstünde konuşmakta olduğumuzu anımsatıyor.<br />
<br />
Ancak bu can yakıcı bilincin izini sürerek ulaşılabilecek yer bununla sınırlı değil. Anayasa paketinin içeriğinden, ortaya konuş biçimine, liberallerden sola toplumun çeşitli kesimlerince konunun ele alınış tarzına, tartışmada kullanılan sözcük ve kavramlara kadar her şey 12 Eylül'ü işaret etmekte.<br />
<br />
12 Eylül, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 82 Anayasası ruhuyla çatılmış paketinde yaşamakla kalmıyor; askeri darbenin travmatik mirası, toplumsal muhalefetin düşünsel ufkunu 12 Eylül'ün çizdiği sınırlara hapsederek, demokratik bir anayasa için gereken özgür tartışma ve mücadele sürecine de zarar veriyor.<br />
<br />
<strong>Sol-demokrat-aydın kesimin düşünsel ufkunda 12 Eylül</strong><br />
<br />
Anayasayı çevreleyen tartışmalarda akademisyenlerin ve anayasa hukukçuların siyasi görüşlerden ve ideolojilerden bağımsız bir hukuki yaklaşım olabilirmiş gibi ısrarla yaptıkları nesnellik; tarafsızlık, politik davranmamak vurgusu, 12 Eylül'ün yarattığı depolitizasyonun armağanı.<br />
<br />
Politik görüşe sahip olmanın, bir konuda taraf olmanın illa nesnellikten uzaklaşmak anlamına gelmeyebileceği bir yana, yurttaşlık, insan hakları, eşitlik, özgürlük, laiklik, temsili demokrasi, güçler ayrılılığı ilkesi kavramları alabildiğince "taraflı" ve politik kavramlar... .<br />
<br />
Çıkar ve sınıf mücadelelerinin sonucu olan ve yalnız galiplerin ve güçlülerin değil, ezilenlerin hak, adalet ve özgürlük mücadelelerinin de damgasını vurduğu bu kavramları adeta mitleştiren- güç ve çıkar çatışmalarından, sınıf ve cinsiyet ilişkilerinden, tarihsellikten uzak ele alan yaklaşım da, hukuku politik mücadele alanı olmaktan çıkarmak anlamını taşıyor. Oysa özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesi, bu "toplumsal uzlaşmaların" dışında bırakılanların; azınlıkların, kadınların, yoksulların, farklı cinsel kimliklerin itirazlarında temelleniyor.<br />
<br />
Anayasa tartışmasına katılanların, aydın-sol-liberal kesimde yer alanlar dahil, kendilerini ağırlıkla 12 Eylül'ün anlam ufkunda ifade ediyor olmaları konusunda verilecek en çarpıcı örneklerden biri de "sivillik" konusu.<br />
<br />
<strong>Sivil ne anlama gelir?</strong><br />
<br />
15. Maddenin kaldırılmasının toplumun 12 Eylül'le yüzleşme ve hesaplaşma ihtiyacını karşılamayacağı hakikati ortadayken, "sol"un kimi "kanaat önderleri" AKP önerisini ana hatlarıyla olumlu bulmakta, 12 Eylül anayasasının ilk defa sivil bir girişimle değiştiğini söylemekte ve anayasaya "Hayır" oyu vermenin "12 Eylül Anayasası olduğu gibi kalsın" demek anlamına geleceğini söylemekte.<br />
<br />
AKP'nin bütün toplumsal muhalefete rağmen kaldırmamakta direndiği seçim barajı bile 12 Eylül Anayasasının ürünüyken söylenebiliyor bu sözler. Parlamentoda azınlık teşkil eden farklı görüş ve inançları yok saymayı hedefleyen ve Kürtlerin meclise girip grup oluşturmasını engelleme işlevini gören; böylece demokratik temsilin ve barışın önünü kapayan baraj; "sivil" paketin en önemli direnç noktasıyken...<br />
<br />
İktidarın dışını ve topluma ait olanı tanımlayan bir kavram olarak "sivilliğin" sadece askeri olmayan anlamına gelmediği bir yana; AKP'nin askeri yargının görev alanını bir ölçüde daraltmakla birlikte Milli Güvenlik Kurulu'nu (MGK), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ni ve Askeri Yargıtay'ı ortadan kaldırmayan, yurttaşlara vicdani ret hakkı tanımayan anayasası sivillikten alabildiğine uzak.<br />
<br />
Öte yandan AKP paketini anayasa değişikliğinin tek reel mercii olarak görmenin; bu fırsatın kaçmasından duyulan paniğin ve çaresizliğin sertleştirdiği söylem, 12 Eylül zihniyetinin gücünü göstermesi açısından anlamlı.<br />
<br />
Bu fırsat söyleminin kaynaklandığı yerin ise pek sivil olmadığı söylenebilir. Çünkü "hazır AKP mecliste çoğunlukken anayasayı değiştirelim" şeklindeki yaklaşım, toplumun özgür seçimine duyulan güvensizlikle, liberal kesimin tarihen şikâyetçi olduğu bürokratik elitin reflekslerini andırıyor fazlasıyla...<br />
<br />
<strong>Ehven-i şer</strong><br />
<br />
"Sivil" sözcüğünün, Cumhuriyet'ten beri askeri vesayet, 12 Eylül'den beri katmerli baskı altında yaşayan bir toplumun ilerici demokrat addedilen kesimlerinin zihinlerinde bile gerçek anlamından uzaklaşmış olması işin bir cephesi.<br />
<br />
Diğer yandan bu sivillik tartışmasının "ulusalcıların" büyük ölçüde tahrip ettiği bir alanda yapılıyor olması, tartışmanın bir tarafında açıkça devlet içindeki karanlık mihrakları, orduyu ve "Ergenekon"u desteklemiş, AKP'nin uyduruk Kürt açılımına bile itiraz eden milliyetçi-ulusalcı kesimin yer alması, anayasa paketinin eleştirel bir tarzda değerlendirilme imkânını ortadan kaldırıyor.<br />
<br />
"Ergenekoncu"larla ya da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) temsil ettiği anlayışla birlikte anılmamak haklı arzusu, o denli tuhaf bir hal aldı ki; neo-liberal, yoksul ve kadın düşmanı AKP ile ortaklaşmak ehven-i şer olarak algılanabiliyor.<br />
<br />
Liberal olarak anılan kesimin bu alanda etliyi sütlüyü ayırmadan afakî bir "sol" kavramı üzerinden yönelttiği sert eleştirilerin de etkisiyle tartışma zemini, çoğu kez polemikten ibaret, savunma ve saldırı hatlarıyla parçalanıyor.<br />
<br />
Kısaca anayasayı tartışma ortamı, siyasi olduğu kadar, psikolojik olarak anılmayı hak eden bazı faktörlerle de zedelenmiş durumda.<br />
<br />
<strong>Reklâm ve halkla ilişkiler projesi olarak "sivil" anayasa</strong><br />
<br />
Anayasa önerisinin, başındaki "sivil" sıfatının, bir reklâm sloganından fazla anlam taşımadığını ortaya koyan ilk gösterge, anayasa değişikliğinin gündeme getiriliş, daha doğrusu dayatılış tarzı...<br />
<br />
Paketin, içeriği bir yana, tepeden inmeliğiyle, kaşla göz arasında kabul ettirilmeye çalışılmasıyla sivilden ziyade darbe anayasasına benzediğini söylemek mümkün.<br />
<br />
AKP anayasasının yaşam hakkı, işkence yasağı, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği gibi konular ile haberleşme, düşünce ve ifade özgürlüklerini 82 Anayasasıyla aynı biçimde ele alması ve 12 Eylül'den miras 'kanun hükmünde kararname" olgusunu yasamayla açıktan ilintilendirmesi bir yana; paketin 12 Eylül'ü en çok anımsatan yanı, toplumun demokratik tartışma süreçlerinin dışında bırakılmasıyla ortaya çıkmış olması...<br />
<br />
Daha da vahimi, "sivil" anayasanın bu içerikle "paketlenmesinde" askerin bizzat rol oynamış olduğu gerçeği. "Ergenekon davası" ve onu izleyen askere yönelik davalar sürecinde olduğu gibi; anayasa metni de orduyla (ordunun muzaffer kanadıyla) uzlaşma-anlaşma halinde ortaya çıktı.<br />
<br />
<strong>Toplumla değil, askerle uzlaşma metni olarak "sivil" anayasa</strong><br />
<br />
Aşağı yukarı iki yıllık; AKP eliyle "kapalı pazarlık usulü" ile yapılan görüşmelerden yolsuzluk dosyalarının, dinlenme kayıtlarının karşılıklı gidip gelmesinden sonra, küresel sermayenin de istek ve hedefleri doğrultusunda ülkedeki egemen güçler kompozisyonu yeniden düzenlendi.<br />
<br />
Artık ordunun da ülke yönetiminin vitrininde ve güçler skalasında eski yerini tutması mümkün değil. Ama hem yaptıkları yanına kâr kaldı, hem de özellikle son otuz yılda Kürtlere karşı savaş yoluyla edinilen rant ve ayrıcalıklar korundu. Yargılama süsü verilerek, işlenen adresi belli insanlık suçlarının üstü örtüldü.<br />
<br />
Son olarak Balyoz harekâtında da görüldüğü gibi "asker" pazarlıkla "içeriye" adam veriyor. Bunların da hep emekli generaller olması, bu konuda inisiyatifin orduda olduğunu gösteriyor.<br />
<br />
Anlaşıldığı kadarıyla, asıl mekanizmanın korunması, birilerinin büyük ölçüde "gönül rızası" ya da "vazife bilinciyle" -emir komuta dahilinde- aslanlara atılması, hatta bu yüzden camiada suçlu değil, kahraman olarak anılmaları, tutuklananların, çoluk çocuklarının da mağdur edilmeyeceği bir onur ve gelir garantisiyle bir tür "vatani vazifeye" yollanmaları söz konusu. Her şey yine büyük ölçüde kamunun ve "sivil toplumun" bilgisi- iradesi dışında olup bitiyor.<br />
<br />
AKP Tanzimat'tan bu yana tepeden inme Batılılaşmanın bütün olumsuz sonuçlarını yaşayan ve tarihen bürokratik elitten memnuniyetsiz, kendini muhafazakârlıkla korumuş-ifade etmiş geniş bir kesimin karmaşık ve çatışmalı bilinçaltını bir ideolojik-siyasi arka plana tahvil ederek, 12 Eylül sonrasının depolitizasyon ve baskı koşullarında siyaset sahnesine çıktı.<br />
<br />
Cumhuriyetin kurucu ideolojilerinin ve kapitalizm öncesi ekonomik-siyasal-sosyal yapıların hızla çözüldüğü, siyasal İslam kadar, Doğu'da seksen yıldır bastırılan Kürt hareketinin anadil ve kimlik ekseninde büyük bir güç kazandığı karmaşık bir süreçte, sistemin yeni ihtiyaçları karşılamayan bundan önceki yapı, egemenlik biçimi ve mekanizmalarının küresel sermaye lehine tasfiye edilmesi rolünü üstlendi... Anayasa paketi de bu koşulların ve AKP'nin bu süreçlerde "kazandığı" misyonun ürünü.<br />
<br />
<strong>AKP anayasası barışın önünde engel</strong><br />
<br />
Yeni Anayasa ihtiyacını ortaya çıkaran en önemli konulardan biri olan Kürt sorunu, yalnız Türkiye'de yirmi milyona yakın insanın kendi anadillerini konuşarak, onurlu, eşit ve demokratik yaşama arzusunu değil, binlerce insanın korkunç şekilde ölümüne, ülke bütçesinin ağırlıkla askeri harcamalara ayrılmasına neden olan, savaşın ortaya çıkardığı ve beslediği kandan rant sağlayan karanlık yapıların ortadan kalkmasına kadar barış ya da savaşın sürmesi anlamına gelecek bir çok başlığı içeriyor.<br />
<br />
AKP hükümeti on binlerce ölüm ve Doğu'da toplumsal yaşamın, doğanın büyük ölçüde tahrip olmasına yol açan yirmi beş yıllık savaşın ardından "Kürt açılımı" kavramını ortaya attığında savaştan en büyük zararı gören Kürt halkı başta olmak üzere barış isteyen bütün toplumsal kesimler tarafından desteklendi.<br />
<br />
Milliyetçi-ulusalcı çevrenin ve savaştan rant sağlayanların saldırılarına karşı, bu fazlaca muğlak kavramın hayal ettirdiği en küçük barış imkânı bile savunuldu.<br />
<br />
Kürt halkının onlarca yıldır verdiği mücadelenin ve toplumun barış talebi kadar; Türkiye'nin ve dünyanın egemenlerinin bölgede büyük ölçüde savaşsız bir çözüm ister hale gelmiş olmalarının da belirlediği iç içe geçmiş süreçlerin ürünü olan bu eşiğin, kalıcı bir barışa dönüşebilmesi için AKP hükümetine, açılımın asıl muhatabı olan Kürt halkının meşru temsilcileri işaret edildi.<br />
<br />
Ancak kısa sürede "açılımın" başta on binlerce can vermiş, savaşın en korkunç sonuçlarını yaşamış Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarının barış umuduyla oynanan zalimane bir oyun olduğu ortaya çıktı.<br />
<br />
AKP barışa evrilebilecek bu süreci, kendi siyasi çıkarlarına alet etmekte ve barış özlemini, Kürt halkının özgür -onurlu ve demokratik yaşam mücadelesini etkisizleştirmek için şantaj vesilesi yapmakta tereddüt etmedi.<br />
<br />
<strong>AKP halkların barış umuduyla oyun oynuyor</strong><br />
<br />
Açılım vaadiyle eş zamanlı olarak Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) seçilmiş belediye başkanlarına, parti kadrolarına yöneltilen operasyonlar başladı. Binden fazla partili tutuklandı ve DTP kapatıldı.<br />
<br />
19 Belediye başkanı bütün Kürtlerin bileklerinde kelepçeyi hissedecekleri, demokratik siyaset yapan Kürtlerin başına geleceğini görecekleri tarzda gözaltına alındı.<br />
<br />
Yüzlerce çocuk, Uluslar arası Çocuk Hakları sözleşmesi de çiğnenerek insanlık dışı koşullarda cezaevinde tutuluyor, polise taş attıkları gerekçesiyle Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefetten yargılanıyor.<br />
<br />
Doğuda barışın ve dağdan artık paramparça edilmiş evlat ölülerinin gelmeyeceği umuduyla büyük bir coşkuya neden olan Mahmur ve Kandil'den gelen heyetlerin ülkenin batısında yarattığı milliyetçi hezeyan, yaşanan korkunç zalimliklere, ırkçılığa, linçlere rağmen barış elini uzatan Kürt halkında büyük bir kopuşa ve içe kapanmaya yol açmış durumda.<br />
<br />
Baharla birlikte operasyon ve çatışmaların yoğunlaşacağı endişesinin de baş göstermesiyle artık Kürt açılımının her iki halkta da kabul zeminini zayıflatan yeni bir süreç söz konusu.<br />
<br />
İşte yeni ve demokratik bir anayasanın barış ve demokratik-eşit bir yaşam için her zamankinden daha büyük bir toplumsal ihtiyaç haline geldiği bu kritik koşullarda AKP bir anayasa değişikliği paketiyle ortaya çıktı.<br />
<br />
<strong>Anayasa Kürt sorununa çözüm getirmiyor</strong><br />
<br />
Pakette, Kürt açılımı ya da demokratik açılım denen konuya ilişkin en ufak bir düzenlemenin bile yapılmaması, açılımın Kürt halkı ve barıştan yana olan toplumsal güçler nezdinde anlamını büyük ölçüde yitirmesine konusunda gelinen son noktayı teşkil ediyor.<br />
<br />
Daha önemlisi AKP Anayasası yüzde on baraj konusundaki ısrarıyla; Kürt halkının parlamentodaki temsil olanağını ortadan kaldırarak, onlarca yıldır temsil edilmemenin, kovulmanın, dışlanmanın yarattığı travmaları güçlendirip canlandırarak, hem demokratik rejimi hem de barışı imkânsız hale getiriyor.<br />
<br />
AKP bugün mecliste bulunan bölge milletvekillerinin bir kısmını, önceki seçimlerdeki baraj uygulamasına, birleşik oy pusulasına bağımsız adayları da koyarak kafa karışıklığı yaratmak ya da açıktan devlet gücünü, polisi askeri kullanmak gibi anti-demokratik yöntemlere borçlu.<br />
<br />
Bu yüzden AKP'yi parlamenter sistem, demokratik temsil gibi kavramlardan çok, kendi oy hesapları ilgilendiriyor. Ve bu oy hesapları uğruna bütün ülkeyi ateşe atmaktan çekinmiyor.<br />
<br />
Anadilde eğitim, eşit yurttaşlık hakkı, ayrımcılığa karşı anayasal güvence gibi yalnız Kürt halkını değil, bu coğrafya da yaşayan bütün halkları farklı dil, din, kimlik ve inanç sahiplerini ilgilendiren konularda hiçbir adım atılmazken, Siyasi Partiler Yasası,Terörle Mücadele Yasası ve Türk Ceza Yasası'nda ( tutuklu BDP'li belediye başkanları ve taş attıkları gerekçesiyle onlarca yıla mahkûm edilen Kürt çocuklarını da ilgilendiren) düzenlemelere yer verilmiyor.<br />
<br />
İfade ve düşünce özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmıyor. AKP'nin anayasa paketi, barış imkânını tümüyle ortadan kaldırmak ve toplumu çatışmaya sürüklemek için ne yapabiliriz diye düşünüp taşındıktan sonra ortaya atıldığı izlenimini uyandırmakta.<br />
<br />
<strong>Kadın mücadelesinin öne çıkardığı talepler yok sayılıyor</strong><br />
<br />
Kürt sorunu gibi kadın meselesinin de gündeme gelmesi, kadınların hak ve taleplerinin görünür olmasının en önemli nedeni kadınların yıllardır sürdürdükleri mücadele.<br />
<br />
Kadınlar bu mücadelede hayatlarını değiştirmek için attıkları her adımda ataerkil sistemin meşrulaştırdığı erkek şiddetiyle karşılaştı.<br />
<br />
Feministler tarafından ataerkil sistemi işaret edecek şekilde politikleştirilen "namus cinayetleri" ve "tahrik indirimi" ile otuz yıldır süren savaşta Kürt kadınlarına yönelik cinsiyetçi ve milliyetçi saldırılar ve yüzlerce kadını sorgusuz sualsiz siyasi mücadeleden koparıp alan operasyonlar da kadın mücadelesinin önemli bir parçası oldu.<br />
<br />
Eve kapatılmaya, cinsel köleliğe ve hayatın her alanında ayrımcılığa, kadın çalışmasının toplumsal değer sayılmamasına karşı kadınlar görünmeyen emeğin sesini yükselttiler.<br />
<br />
Kadınlar için eve dönüş yasaları çıkaran, üç çocuk doğurmayı vaaz eden, sosyal güvenlik yasasındaki değişikliklerle kadının istihdamdaki eşitsizliğini artırmaya çalışan AKP; anayasa da kadınların yıllardır mücadele ettikleri taleplerini muğlak bir "cinsler arası eşitlik sağlanması" cümlesinin ardında görmezden gelmekle kalmıyor, devleti, kadın ve erkek arasındaki fiili eşitliği sağlamaktaki yükümlüğünden de kurtarıyor.<br />
<br />
Ne kadın cinayetleri, ne sığınma evleri, ne şiddete karşı alınması gereken yasal önlemler söz konusu ediliyor.<br />
<br />
Son yıllarda sayıları hızla artan nefret suçlarına, gey, transseksüel ve travesti cinayetlerine rağmen, cinsel yönelim nedeniyle ayrımcılıkta etkili ve fiili sonuçlar yaratacak bir anayasal düzenleme konusu yapılmıyor.<br />
<br />
Bu kimse için sürpriz olmadığı gibi kadınların ve cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa uğrayan, cinayete kurban gidenlerin, AKP'nin anayasasına razı olmayacakları da sürpriz değil.<br />
<br />
<strong>AKP hakları sadakaya dönüştürüyor</strong><br />
<br />
AKP'nin paketi; Kürt sorununun ortaya çıkardığı, mücadele konusu yaptığı ve fiilen bir takım hedeflere ulaştığı kimlik-ana dil - eşit vatandaşlık gibi olguları, kadınların; cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılık görenlerin yıllardır sürdürdükleri mücadeleleri sonunda ortaya çıkan talepleri uluslar arası sözleşmelerle zaten sağlanmış ama iç hukuk normu haline gelmemiş kazanımları yasal güvenceye almak yerine, sadakaya dönüştürüyor.<br />
<br />
Hak ve özgürlükleri şantaj-pazarlık konusu yaparak fiilen kazanılmış hakları bile lütufa dönüştürerek toplumu sadakaya; el açıp hak dilenmeye razı etmeye çalışıyor.<br />
<br />
Neo-liberalliği kadar, dinci-muhafazakâr arka planından da el alan bir iane-iaşe-sadaka-fitre-zihniyeti, AKP belediyeciliğinin de eleştiri konusu edilen stratejisini teşkil etmekte.<br />
<br />
Hakları için onuruyla mücadele eden değil, sadakaya alışmış onursuz bir toplumdan yana AKP... Toplumun çeşitli kesimleri, anayasanın tartışma süreçlerinden bu nedenle dışlanıyor. AKP bunu hâlâ 12 Eylül'ün düşünce-anlam ufkunda seyreden toplumsal muhalefeti parlamadan söndürmek amacıyla yapıyor.<br />
<br />
Paket insani-siyasi hak ve özürlükler konusunda olduğu gibi ekonomik-sosyal haklar konusunda da varlığını ve anlamını borçlu olduğu 12 Eylül'e sadık kalıyor.<br />
<br />
<strong>12 Eylül'e sadakat belgesi olarak "sivil anayasa"</strong><br />
<br />
12 Eylül askeri darbesi; ABD- CIA güdümünde bir sermaye hareketiydi. Uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde Türkiye'deki egemenlik-sermaye yapılarını dönüştürmek ve bunun için güçlü ve örgütlü toplumsal muhalefeti bastırmak amacıyla yapıldı.<br />
Yerli ve uluslar arası sermayenin manifestosu sayılan 24 Ocak Kararları'nın hedeflerinden biri yerli sermayeyi uluslar arası sermayeye entegre etmek, diğeri ise sermaye ve emek ilişkisini bu yeni modele ayak bağı olmayacak bir biçimde yeniden düzenlemekti.<br />
<br />
Uygulanacak yeni sermaye birikimi modelinin başarılı olabilmesinin yolu, ekonomik ve sosyal hakların geri çekilmesi yani ücret maaş ve sosyal haklarda gerileme sağlamaktan geçiyordu.<br />
<br />
Seksen öncesinin politikleşme ve örgütlenme koşullarında çok sert bir toplumsal muhalefetle karşılaşacak bu yasalar, toplumsal muhalefetin yok edildiği, darbe anayasasının eşliğinde meclisten çıkarılabildi.<br />
<br />
24 Ocak Kararları'nı 12 Eylül askeri rejimi uyguladı. Büyük sermayeyi temsilen Vehbi Koç o zaman cuntayı, "zamanında ve doğru kararlar alarak, çok değerli bir zaman tasarrufu sağladığı" için kutlamıştı.<br />
<br />
<strong>12 Eylül'le gelen kölelik, doğanın, kentlerin, tarihin yağmalanması</strong><br />
<br />
Askeri darbeden sonra sendikal örgütlenmeler yok edildi ve sendikalı olmanın gizli örgüt üyesi olmak kadar "tehlikeli" bir iş addedildiği günümüz koşulları hızla örüldü. Bir yandan korkunç katliamlar; rant ve gelir kapısına dönüşen savaş, rekor düzeydeki askeri harcamalarla yoksulların sırtına yüklenirken; insanlar, ormanlar, ağaçlar, meralarla bütün Kürt bölgeleri yok edilmeye çalışılırken, Batı'da her demokratik talep, bölücülük parantezine alınarak şiddetle bastırıldı.<br />
<br />
12 Eylül yalnız Fırat'ın doğusunda eşi görülmedik zulümlerle, katliamlarla, faili meçhullerle yaşanmadı; doğal ve tarihi zenginliklerin, kentlerin, akarsuların, ormanların, deniz kıyılarının su kaynaklarının yağması, özelleştirmelerle küresel sermayeye peşkeş çekilmesi, 12 Eylül sonrasının depolitizasyon ve baskı koşullarında mümkün olabildi.<br />
<br />
Ücretler ve çalışma saatleri iş güvenliği ve sendikalaşma konusunda bugün hüküm süren kölelik koşulları; 12 Eylül'ün amaçlarına büyük ölçüde ulaşıldığını gösteriyor.<br />
<br />
Kuşkusuz bunların en önemlisi siyasi haklar kadar sosyal ve ekonomik hakların fantezi değil, temel insan hakları olduğu, örgütlenme ve mücadele ile bu hakların kazanılabileceği bilincinin kaybedilmiş olması.<br />
<br />
Hak istemenin, bunun için örgütlenmenin suç addedilmesi...<br />
<br />
Sol dahil toplumsal muhalefetin bir kesiminin AKP'nin verdiğine rıza göstermesini, mücadeleyi değil, "ne koparırsam kârdır zihniyetini benimsemesini de izah edebiliriz, böyle.<br />
<br />
<strong>Piyasanın ihtiyaçları için "sivil" anayasa</strong><br />
<br />
Bugün neo-liberalizme karşı küresel mücadele en çok sosyal ve ekonomik haklar bahsinde veriliyor. Bu hakların temel insan haklarından addedilmesi, temel gelir; yoksulluğa ve açlığa karşı mücadele küresel muhalefetin en önemli gündem maddeleri.<br />
<br />
AKP anayasasında sosyal devletten güvenlik devletine giden neo-liberal hattı bütün açıklığıyla izlemek mümkün. 82 anayasası gibi devletin sosyal ve ekonomik yükümlülüklerini mali kaynakların yeterliliğiyle sınırlayan AKP anayasası, "piyasaların denetimi" başlığını "piyasaların geliştirilmesi" ibaresiyle değiştirerek, mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz maddesini, anayasadan çıkararak radikal adımlar atıyor.<br />
<br />
Devletin işsizliği önlemeye elverişli bir ekonomik ortam yaratmak yükümlülüğü yerini, " istihdamı arttırma" kavramına bırakıyor. Önceki anayasalarda bulunan devletin, vatandaşın barınma ihtiyacını karşılamaya yönelik taahhüdünün çıkarılmasıyla, konut ve barınma hak olmaktan çıkarılıyor.<br />
<br />
AKP 12 Eylül'ün de ruhuna uygun olarak, anayasayı küresel sermayenin çıkarlarına uygun biçimde yeniden düzenliyor. Toplu sözleşme ve greve ilişkin maddeler kaşıkla verilip sapıyla göz çıkarma mantığıyla düzenlenirken, AKP sözde anayasal güvenceye bu hakları da kullanmaya niyetlenecek yoksullar ve emekçiler için, her yöne çekilebilecek pratikliğe sahip Terörle Mücadele Yasası'nı gaz ve copla birlikte elinin altında tutmakta.<br />
<br />
<strong>12 Eylül'le hesaplaşmama projesi olarak "sivil" anayasa</strong><br />
<br />
AKP darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırılmasını ( zaman-aşımı müjdesiyle birlikte) pakete koymak ve böylece 12 Eylül'le yüzleşmenin mümkün olabileceği havasını yaratmakla birlikte, paketin dayatılmasına ve içeriğine rıza gösterilebileceğini umarken; hatta 15. maddeyi bir yüzleşme ve hesaplaşma fırsatı olarak yutturmaya çalışırken 12 Eylül'e, 12 Eylül'ün toplumsal muhalefetin, sol ve demokrat aydın denilen kesimlerin zihninde yarattığı tahribata güveniyor.<br />
<br />
AKP, 12 Eylül'le hesaplaşmayı değil, bu hesaplaşmanın hiçbir zaman gerçekleşememesini istiyor.<br />
<br />
12 Eylül'le hesaplaşmayı paşaların yargılanmasına indirgeyenler ise karşı bir söylem geliştirmekte zorlanıyor.<br />
<br />
12 Eylül'ün bir sermaye hareketi olarak toplumsal muhalefetin düşüncesinde ve söyleminde yer bulmamış olması kadar, 12 Eylül zihniyetinin etkisiyle " hesaplaşma" yerine zalimlerle mazlumları aynı kaba koyan bir "yüzleşme" retoriğinin yaygınlığı da söz konusu.<br />
<br />
12 Eylül'le ilgili hesaplaşmayı bir politik hedef olarak önüne koymak yerine, bu hayati eşiğin üstünden atlamayı seçen ya da hesaplaşmayı paşaları yargılamaya indirgeyen böylece 12 Eylül'ü kuşatan karanlığın koyulaştıran "sol-demokrat" muhalefet, konuya ilişkin hiçbir gerçek öneriye sahip değil.<br />
<br />
12 Eylül'le hesaplaşmanın mekanizmalarını ve araçlarının nasıl kurulacağını da içeren alternatif bir program önerisi ortaya konulabilmiş değil. Bu da AKP'nin el çabukluğuna karşı muhalif kesimleri savunmasız bırakıyor.<br />
<br />
<strong>12 Eylül'ün sorumluları yalnız paşalar değil</strong><br />
<br />
Birkaç gün önce Taraf gazetesinde yazar-yayıncı Osman Köker'in 82'de işkence sırasında erlerin "komutanım tutuklu ölüyor" demesine rağmen "devam edin" emrini veren ve şu anda Genelkurmay Başkanlığı Adlî Müşaviri olarak Tuğgeneral rütbesiyle görev yapan Hıfzı Çubuklu hakkında 1982'de açtığı davayla ilgili bir haber yayınlandı.<br />
<br />
Benzer biçimde, 84'de Behçet Dinlerer'in işkence sonucu ölümüne neden oldukları için dava edilen Dal grubu sorumlusu komiser Kemal Yazıcıoğlu beraat ettiği gibi uzun süre valilik görevini sürdürdü.<br />
<br />
Birlikte çalıştığı doktorlara "Teröristi tedavi eden de onunla aynı suçu işlemiş sayılır" diyerek Behçet Dinlerer'in tedavisine engel olan Ankara Numune Hastanesi Tıp Fakültesi Dekanı Celal Sungur beraat etti.<br />
<br />
Görevini, doktorluğu ve insanlığı konusunda hiçbir şaibeye yer olmadan, huzur içinde tamamladı; ardında "şerefli" bir mazi bırakarak öldü.<br />
<br />
MHP'li Yaşar Okuyan, geçenlerde yayınlanan 12 Eylül dönemiyle ilgili söyleşisinde, gözaltındayken, işkencecilerin, "bunu camdan atarsak intihar raporu verir misin" sorusuna " evet " yanıtı veren doktorun şu anda üniversitelerden birinde rektör olduğundan söz ediyordu. Böyle binlerce örnek var.<br />
<br />
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı Turgut Tarhanlı, Anayasa Değişikliği Grubu adına Milliyet gazetesine verdiği röportajda, konunun bir yargılama değil bir hesap verebilme meselesi olduğunu vurguladıktan sonra bu gerçeği şöyle dile getiriyor:<br />
<br />
"Hükümetin geçmişle hesaplaşma politikası nedir; bunu şu ana kadar biliyor olmalıydık. Oysa gerek hükümet gerekse hükümet muhalifi çevrelerde konunun sadece ve sadece MGK ve Kenan Evren odaklı bir tartışma haline geldiğini görüyoruz ki bu abes bir tartışmadır. Bir kere o dönemde 12 Eylül'ün yetkilerini kullanmış merciler, makamlar, organlar, kişiler, yani karşımızda binlerce kişilik bir kamu görevlileri zümresi var. Bu sorumlular zümresi nasıl bir muameleye maruz kalacak?"<br />
<br />
<strong>Toplumsal muhalefetin ortak itiraz noktası</strong><br />
<br />
Bu denli şiddetli bir ihtiyaç haline gelen ve çok hayati konulara hiç olmazsa bir ölçüde çözüm getirmesi beklenen anayasanın oldubittiye getirilmesi, yalnızca demokrasi mücadelesinin en örgütlü ve güçlü kanadını temsil eden Barış ve Demokrasi Partisi, sol ya demokrat diye anılan kesimlerin değil, aslında söylemleri ve çıkarları kolay kolay bir araya gelemeyecek bir çok kesimi de bu dayatmaya itiraz çevresinde bir araya getirdi.<br />
<br />
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nden (TÜSİAD)'dan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne (TOBB), kadın örgütlerinden, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'na (KESK) kadar birbiriyle çok fazla ortaklık taşıdıkları söylenemeyen bir cephenin yeni ve demokratik bir anayasanın mutlaka çeşitli toplumsal kesimlerin geniş ve özgürce sürdürecekleri bir tartışma sonucu ortaya çıkması gerektiğine ilişkin bir genel fikir etrafında toplandığı görünüyor.<br />
<br />
Çok farklı görüşlerin bir araya geldiği toplumsal muhalefet, AKP'nin anayasa değişikliğini seçim hesaplarına ve siyasi çıkarlarına indirgeyerek; özgür ve demokratik bir tartışmayı imkânsızlaştıran bir zaman sınırlaması ve çerçeveyle bu toplumsal ihtiyaç ve uzlaşma imkânını kadükleştirilmesine itiraz ediyor.<br />
<br />
İşin diğer bir yanı okazyonel bir mantıkla bu dayatmaya "evet "demenin, bu denli hayati ihtiyaçlara çözüm olması beklenen anayasanın oldubittiye getirebilecek bir yaz-boz tahtasına dönüştürülmesine -darbecilerin işine gelecek tarzda- cevaz vermek anlamına gelmesi.<br />
<br />
Demokrasi güçleri diye ifade edebileceğimiz kesim açısından önemli bir mevzi haline gelen bu nokta; 12 Eylül'le hesaplaşmadan tutun; eşit anayasal yurttaşlık konusundan; askeri vesayetin kaldırılmasından, kadınların, farklı cinsel kimliklerin, azınlık konumunda olanların taleplerinden taş attıkları için senelerce hapse mahkûm edilen çocuklara; diyanet işlerinin yeniden organize edilmesinden gerçek anlamda laik bir rejimin ihtiyaçlarına ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasına kadar pek çok konunun çeşitli toplum kesimlerince tartışılabilmesi zemini ve imkânını da işaret etmekte...<br />
<br />
<strong>Barış, özgürlük ve demokratik yaşam için güç birliği</strong><br />
<br />
Anayasaya "evet" ya da "hayır" demekten ziyade, toplumun özgürce tartışabileceği yeni ve demokratik bir anayasanın böyle bir yöntemle ve böyle bir süreçle ortaya çıkmayacağına dair eleştiriler etrafında birleşen muhalif kesim, gerçek bir katılımın, anlamlı bir tartışmanın imkânsız olduğu bir sürece ilkesel bir yaklaşımın zorunluluğuna işaret ediyor...<br />
<br />
Demokratik, cinsiyet eşitlikçi, değişik kimlik ve kültürlere onurlu ve eşit yaşam hakkı tanıyan, bireysel özgürlüklerin kullanılmasına olanak verecek yeni bir anayasanın yeniden tartışılacağı koşulları hazırlamak gerekiyor.<br />
<br />
Bu süreçte mecliste de temsil edilmenin yanı sıra ülkedeki en güçlü ve örgütlü demokratik muhalif yapı olan Barış ve Demokrasi Partisi'nin ön acıcı, zemin hazırlayıcı rolü önemli.<br />
<br />
Barış ve Demokrasi Partisi, seçilmiş belediye başkanlarının ve her düzeydeki parti kadrolarının tutuklu olduğu bir süreçte, yaşananları korkunç kayıplarla ödeyen bir halkın parlamentodaki temsilcisi ve en örgütlü demokratik muhalif yapı olarak ağır bir yükümlülük taşıyor.<br />
<br />
Savaşın sonuçlarını birebir yaşayan ve barış bekleyen Kürt halkının temsilcisi olma sorumluluğuyla en ufak bir barış imkânını reddetmemek refleksiyle hareket eden BDP bu süreçte Kürt halkının parlamentoda temsil edilmemesinin yaratacağı travmatik sonuçlara ve beraberinde getireceği çatışmalara dikkat çekmekle ve bir ara formül önermekle birlikte; hak ve özgürlüklerin pazarlık değil, mücadele konusu olduğunun altını güçle çiziyor.<br />
<br />
BDP'nin seksen öncesinin siyasi-örgütsel hafızasını içeren güçlü bir mücadele geleneğinin temsilcisi olduğu düşünüldüğünde bu sözlerin hareketin hakikatiyle ne denli uyuştuğunu görmemek olanaksız.<br />
<br />
BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş geçen hafta yaptığı açıklamada, baraj düşürülse bile Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) veya Anayasa Mahkemesi'nin yapısının anti demokratik bir biçimde düzenlenmesinin kabul edilemeyeceğini, toplumun demokratik hak ve taleplerinin yerine getirilmediği bir anayasaya mecliste ve referandumda BDP'nin hayır diyeceğini açık bir dille ifade etti.<br />
<br />
<strong>Anayasa tartışmaları barış için hayati önem taşıyan bir zeminde sürüyor</strong><br />
<br />
Parlamentodaki varlığını BDP'ye koyduğu seçim barajıyla ve parti kapatmalara cevaz vererek, operasyonlarla koruyan AKP'nin bundan sonraki süreçte BDP'ye daha saldırgan bir tavır takınacağını görmek için kehanete gerek yok.<br />
<br />
Partililere yönelik operasyonların hukuk dışı gözaltına almaların sürdüğü, Doğu'da başlayan askeri hareketliliğin yeni ölümlere ve belki bu kez toplumsal çatışmalara dönüşeceği endişesi ve seçilmiş belediye başkanlarının elleri kelepçeli fotoğrafının tek bir karede simgelediği hakikat; anayasa tartışmalarını çok hayati bir zeminde sürmekte olduğunu işaret ediyor.<br />
<br />
Bu aşamada Mecliste en önemli demokratik muhalefet unsuru olan halk desteğine güçlü ve yaygın bir örgütlenmeye sahip Barış ve Demokrasi Partisi'nin de hem mecliste sesi, hem de tabanda güçlü ve eşit bir katılımcı olarak yer alacağı demokratik bir anayasa tartışmasını mümkün olduğunca geniş bir kesime yaymak, demokratik talepler ve barış arzusu etrafında bir araya gelmenin, dayanışmanın, karşılaşmanın yolunu açacak...<br />
<br />
Çeşitli toplumsal kesimlerin öne çıkan demokratik taleplerinin seçime giden süreçte sol ve demokratik muhalefet cephesinin ortak hedefleri haline gelmesi çok güçlü bir ihtimal.<br />
<br />
Bunun yaklaşan seçim için pragmatik bir adım değil, toplumun en geniş kesimlerinin seçim sath-ı mailine girmenin de yarattığı politik canlılık ortamında, barış içinde yaşama ve demokratik talepler etrafında tartışmasının düşüncelerini ve iradesini ortaya koymasının yolu olarak görebilmek gerekiyor.<br />
<br />
Anayasa bir ülkedeki hak ve özgürlüklerin teminatı olarak algılanıyorsa, anayasal hak ve özgürlüklerin uygulanmasının teminatı da parlamento içinde ve dışında hak ve özgürlükleri içselleştirmiş bir toplumsal muhalefetin varlığı. AKP'nin kimi sol-liberal-aydın çevreyi de dahil ettiği el çabukluğuyla yok etmeye, zarar vermeye çalıştığı da bu...(AD/BA/EÜ)Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-6889313212694755082010-07-30T22:03:00.000+03:002010-07-30T22:03:51.185+03:00Süreyya Karacabey yazdı:<span style="font-size: large;">Gündeliğe Direnmek</span><br />
<br />
<br />
<strong>NedenBoykot'tan:</strong> "Direniş, bize muhalefet olmanın biçimlerini de sistemin dayattığını çözdüğümüz noktada başlar, sistemin tanımladığı yapıları olumlamanın biat, olumsuzlamanın muhalefet olduğu yanılsamasından kurtulduğumuz noktada" diyen Karacabey, referandum boykotunu gündelik yaşama sızmış teslimiyet biçimlerini teşhir ederek ele alıyor.<br />
<br />
Kaynak: Haber Fabrikası <a href="http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=4935">http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=4935</a><br />
<br />
Direniş, sadece büyük politik karar anlarının eşlik edicisi değildir, direniş aslında bir formun dışına çıkmak için verilen kocaman bir mücadeledir, evde çocuğunuza bakarken, iş yerinizde işinizi yaparken hatta alışveriş yaparken bile bir formun içinde olduğunuza ayılmadıkça, kullandığınız bütün muhalif sözcükler kırık cam parçaları gibi ağzınıza batar ve kanatır dilinizi.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Bir formun yapısal dönüşümü için uğraşmak zor bir iştir, kavramsal bir çerçeveyi dışsal biçimde kabul etmek kolaydır, bir dünya görüşü edinmek ve onu her durumda savunmak. Zor olan kendi bireysel varoluşumuzun gündelik ritüellere riayetindeki sistem üretici çatlaklarını kavramaktır. Büyük politika, “sömürü kötüdür” der, sözcüklerin bütün şiddetiyle olumlarsınız bunu, fakat yönetmeyi gizli gizli sevmeyi sürdürürsünüz; eşitlikten söz ederken dil düzleminde, için için kendinizin biraz daha ayrıcalıklı olmanızı talep edersiniz.<br />
<br />
Kapitalist sisteme her oturumda isyan eder, sonra da o sistemin içine mühürlenmiş başarı, rekabet ve değerlendirme kriterlerini hayatınızasorgusuzca buyur edersiniz. Baskı biçimlerine karşı çıkarken sessizce babanıza, kocanıza, karınıza, çocuğunuza gündelik hayatın bütün baskıcı iktidarlarına tapınmayı sürdürürsünüz. İsyanı sadece gerilla hareketine ya da çok ertelenmiş bir mücadele gününe saklarsınız.<br />
<br />
O kadar kalabalıktır ki liste, hayat herkes için bubi tuzakları kurmaktadır, evlerinizi kaleleriniz olarak kutsar ve size öğretilmiş akıllarla içine girer, nesnelerden medet umar ve infilak etmiş kalbinizi görmezsiniz. Rahatı sevmenin, küçük düzenleriniz bozulmasın diye verdiğiniz ödünlerin aslında sistemle ittifakın en karanlık bölgeleri olduğunu düşünmezsiniz. Sizi ötekilerden ayıran tek şey, ağzınızı açtığınızda çıkardığınız sözcüklerin farklı oluşudur, ama bir anlamı yoktur ki onların, söz “hadi gidelim” derken beden kımıldamaz bile.<br />
<br />
Beden haz ilkesinin peşinde sistemi olumlarken, dilin ona çıkardığı engellerin bir etkisi kalmamıştır, çünkü bir direniş en iyi edimsel olanda, bedenlerin itirazında, çok söylenmiş sözcüklerin aldatıcı uzanımlarının dışında belirir, direniş, kimseye rehin bırakmadığımız kalbimizin içinde serpilir ve büyük politikaya bu yoldan girdiğinde hakikatin bir parçası olacaktır. Brecht’in Me-Ti’nin Özdeyişleri’nde bir bölüm vardır, biri gelir ve der ki üstada “banabüyük davaya nasıl katılacağımı öğret”, cevap olarak rahat oturup oturmadığına ilişkin ısrarlı sorular işitince de öfkelenir, “ben” der,”davayı öğrenmeye geldim, oturmayı öğrenmeye değil”. Oysa önce öğrenmesi gereken rahat bir duruştur, dava duruştan sonra gelir, bedenin nasıl konumlanacağı meselesi gerçekten önemlidir. Ruhunuz muhalif ama bedeniniz sistem tarafından alıkonmuşsa direniş noktaları usulca görünmez kılınır ve eylem ümidi nihai bir geleceğin konusu haline gelir.<br />
<br />
Direniş, dağlara çıkmadan, işkencede çözülmeden, bir devrime yürümeden başka bir dünyayı düşleyen insanların gündelik hayatının içinde yakıcı bir varlık sorunu olarak durur, bedeni bir davaya hazırlamanın yegane yolu olarak, bir formun dışında kalmanın olası çeşitlemeleri üzerinde düşünmekten vazgeçmeden olur, bize sunulan hayatı sorgusuz kabul etmeden olur. Bir yerde olmanın huzursuzluğuna hep açık bırakmalı insan kendini, yaşamanın, sistemle özdeşleşmeden yürütülecek biçimleri var mı diye hep düşünülmeli, usulca varoluşunu sürdürürken içine bir başka biri olmanın silüetini yerleştirmeli, hep “evet” demenin ürkütücülüğünün bilgisini etiyle bilmeli, çıkarabileceği bütün arızaları bağırmadan çıkarmalı, sözcüklere, sözcüklere tek başına hiç itimat etmemeli.<br />
<br />
Direniş, bize muhalefet olmanın biçimlerini de sistemin dayattığını çözdüğümüz noktada başlar, sistemin tanımladığı yapıları olumlamanın biat, olumsuzlamanın muhalefet olduğu yanılsamasından kurtulduğumuz noktada. Çünkü asıl direniş, sistemin radikal bir biçimde dışarıdan toptan reddidir. Buyrun şimdi gidip referandumu oylayın, size sunulan “evet”i ve “hayır”ı o korkunç anayasanın içine yeniden yerleştirin,<br />
<br />
kendinizi iyi yurttaşlar gibi hissedin.Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-44833262663509147252010-07-29T23:14:00.001+03:002010-07-30T21:54:02.541+03:00Aziz Çelik yazdı:<span style="font-size: large;">Grev Statükosu</span><br />
<br />
<br />
<br />
<strong>NedenBoykot'tan:</strong> Değişiklik paketi emek dostu mu? Statükonun karşısında mı? Peki statüko ne? Aziz Çelik, referandum etrafında oluşturulmaya bir yalanı teşhir ediyor: AKP'nin yapmak istediği emekçiler üzerindeki statükonun devam etmesini garanti altına almak.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Kaynak: Radikal.com.tr <a href="http://bit.ly/agmpRR">http://bit.ly/agmpRR</a><br />
<br />
Anayasa paketine evet diyenlerin bir bölümü, paketi eleştiren ve karşı çıkan solcular için bir entelektüel linç kampanyası başlattı. Anayasa paketini eleştiren ve hayır diyenleri “statükocu” ve “bürokrat aydın” olmakla, “Nizam-ı Cedit ideolojisinin devamcısı” olmakla ve 12 Eylül’ü desteklemekle itham ediyorlar. Bir yandan da bir taraftar ruh haliyle eksik ve yanlış bilgilerle paketi parlatmaya çalışıyorlar.<br />
<br />
Anayasa paketine soldan evet diyenlerin bir bölümü, “evet”lerini kuvvetlendirmek için işçi haklarından, sendikal haklardan, grevden dem vuruyor. Paketin genel grev, siyasi grev hakkı getirdiğini, memurların sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkını içerdiğini iddia ediyorlar. Hükümete yakın sendikaların bile “evet” derken sendikal haklardan pek söz edemedikleri, daha çok sivilleşmeyi öne çıkardıkları koşullarda, soldan evet diyenlerin bir bölümünün bu iddiaları şaşkınlık verici.<br />
<br />
Anayasa paketini parlatmak için sendikal haklara başvurmanın son örneğini Oral Çalışlar “Statükocuları anlıyorum, onlar ‘hayır’ desinler” başlıklı yazısıyla verdi (Radikal, 18.7.2010). Yazının başlığının vahameti bir yana şu ifadeye ne demeli? “Bu ‘gürültü koparan’ maddelerin yanısıra; memurların sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı (...) gibi çeşitli değişiklikler paketin içinde.” Paketin emekçilere sağladığı haklar konusunda bir diğer iddia ise çok daha fantastik: “12 Eylül’de yasak getirilen siyasi amaçlı grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere de olanak sağlanacak” (Taraf, 20 Temmuz 2010).<br />
<br />
Anlaşılan yılların köşe yazarı ve siyasetçisi de, muhabiri de aynı sorundan mustarip: Taraftarlık. Taraftar olunca sorgulamıyorsunuz, ince eleyip sık dokumuyorsunuz, yüzeyle ilgileniyorsunuz, detaya bakmıyorsunuz. Önce Çalışlar’ın, pakette “memura sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı gibi değişiklikler var” iddiasından başlayalım. 1) Anayasada hiçbir zaman memura sendika yasağı yoktu ama memurların sendikalaşması fiilen engelleniyordu. 2) Memurlar 1980’lerin ortalalarından itibaren sürdürdükleri mücadele sonucunda sendikalarını kurdular ve nihayet 1995’te Anayasa’da değişiklik yapılarak bütün çalışanların sendikalaşma hakkı açıkça tanındı. Memura sendika hakkı bu pakette değil, 15 yıl önceki paketteydi. Bu pakette memurun sendika hakkı konusunda yeni bir şey yok. 3) Gelelim toplu pazarlık hakkına: 53. Maddede yer alan anlamsız “toplu görüşme” ifadesi yerine “toplu sözleşme” ifadesi konuldu. Ancak devamında çok vahim bir mekanizma olan “zorunlu tahkim” getirildi. Zorunlu tahkim örtülü grev yasağı, grevin imkansız olması demek. Dolayısıyla Çalışlar’ın iddiasındaki üçüncü unsur olan grev hakkı konusunda da Anayasa’da ilerleme bir yana, gerileme var. Paket grev değil tersine zorunlu tahkim getiriyor. Mesut Gülmez’in ifadesi ile bu hüküm “grev yasak demenin bir başka yolu” (Radikal İki, 28.3.2010). AKP sendikal haklar konusunda tam da Çalışlar’ın dediği gibi statükocu davrandı. Çalışlar, paketin sendikal haklarla ilgili bölümünü bir kez daha okusun ve okurun zekasıyla dalga geçmesin lütfen. Öte yandan Çalışlar’ın paketin diğer maddelerini de böyle özensiz okumadığı ne malum?<br />
<br />
<strong>13 Eylül günü Türkiye</strong><br />
<br />
Anayasa paketinin siyasi amaçlı grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere de olanak sağlayacağı iddiası ise bilgisizlik üzerine kurulu gayriciddi bir iddia. Bu ne demek şimdi? 13 Eylül günü Türkiye bir işçi hakları cenneti mi oluyor? İşçiler her türlü direnişi yapabilecek, öyle mi? En çok grev erteleyen hükümetlerden biri olan AKP, emekçilere envaiçeşit grev hakkı sağlıyor, öyle mi? İş hukuku ve çalışma ekonomisi bölümlerinde lisans düzeyindeki bir öğrenci bunları yazsa sınıfta kalır.<br />
<br />
Peki nasıl oluyor da bu iddialar ciddi ciddi gündeme getiriliyor? Çünkü evet diyenlerin bir bölümü “evet” için her yol mübah anlayışıyla davranıyor. Paketin lafzını dahi anlamadan “evet” için tahkimat yapmaya kalkıyor ve ortaya böylesine trajikomik iddialar çıkıyor. Peki sendikal haklar konusundaki yanılgı nereden kaynaklanıyor?<br />
<br />
Paket Anayasanın 54/7. fıkrasını yürürlükten kaldırıyor. Fıkra şöyle: “Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” Bu değişikliği düz mantıkla okuyanlar bütün bu grevlerin serbest hale geleceğini sanıyor. Oysa birazcık araştırsalar değişikliğin makyaj olduğunu anlayacaklar. Bu değişiklikle grev yasakları kalkmıyor, yeni grev hakkı sağlanmıyor. Grev yasağı statükosu korunuyor. Çünkü 54/1’deki asıl yasak sürüyor. Ne diyor 54/1: “İşçiler toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde greve başvurabilir.” Bu fıkra “menfaat grevi” dışındaki bütün grevlerin yolunu kapıyor. 54’ün özü budur. AKP, 54’ün özüne dokunmuyor. Statükocu davranıyor. Madde 54’te yer alan grev erteleme ve Yüksek Hakem Kurulu gibi yasaklara da dokunmuyor.<br />
<br />
Dahası Anayasa’nın lafzından çıkarılan ama özünde korunan siyasi grev, genel grev ve diğer grev türleri yasa ile zaten yasaklanmış durumda ve AKP geçtiğimiz aylarda hazırladığı sendikal yasa değişiklikleri paketinde bu yasakları aynen korudu ve grev statükosunu koruma niyetini açığa vurdu. Bakın AKP tarafından hazırlanan o taslakta ne yazıyor: “Madde 31: Kanuni grev ve lokavt için aranan koşullar gerçekleşmeden yapılan grev ve lokavt ile siyasi amaçlı grev ve lokavt, genel grev ve lokavt ve dayanışma grev ve lokavtı kanun dışıdır. İşyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler hakkında kanun dışı grevin yaptırımı uygulanır.”<br />
<br />
Anayasa paketinin sendikal haklarla ilgili bölümüne dikkatle bakın statükoyu ve uluslararası çalışma hukukuna karşı direnci göreceksiniz.Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3327963753149552345.post-22325277839948192322010-07-28T23:40:00.001+03:002010-07-30T22:05:53.286+03:00Necmiye Alpay yazdi:<span style="font-size: large;">Sandığın iki yönü</span><br />
<h1 class="habdetay_h1" style="font-weight: normal;"><span style="font-size: large;"><span style="font-size: small;"><strong>Neden Boykot'tan:</strong> Radikal Gazetesi yazarlarindan Necmiye Alpay'</span></span><span style="font-size: x-small;">ı</span><span style="font-size: large;"><span style="font-size: small;">n 12 Eylül referandumunu neden boykot edece</span></span><span style="font-size: small;">ğ</span><span style="font-size: large;"><span style="font-size: small;">ine dair makalesi: </span></span></h1><br />
Referandum konusunda kendimi en yakın hissettiğim açıklama Gencay Gürsoy’unki oldu. Konuyu yazmak için benim de kendi kendime aklımdan geçirdiğim cümlelerin esas olarak aynısını söylüyor Gürsoy, şöyle diyor: <br />
“Öncelikle hayırcılardan değilim bunu belirtmek istiyorum. Referandumda evet demek ile bu anayasa değişikliğini boykot etmek arasında git-gel yaşıyorum ve henüz karar verebilmiş değilim. <br />
<a name='more'></a>Karar verme konusunda da AKP’nin seçim barajını indirme hususundaki tavrına göre karar vermeyi düşünüyorum. Eğer seçim barajında anlamlı -CHP’nin iddia ettiği gibi %7’ye değil de en az %5’e indirme konusunda bir esneme görürsem evet diyeceğim. Görmezsem, diğer gelişmeleri izleyerek boykot edeceğim ve seçime katılmayacağım. Bir süre daha gündemi izleyeceğim.” (17 Temmuz tarihli BirGün gazetesi)<br />
Referandum konusunda şu ana kadar ortaya konulmuş olan tavırlar, belirli ana fikirlerin etrafında oluştu. “Hayır”cılar, kendi içlerinde farklı nedenlerle olmak üzere, bu referandumu AKP karşıtı bir güven oylamasına dönüştürme fikrini esas alıyor. “Evet”çilere göre ise esas <br />
olan paketin içeriğidir ve bu paket şu anki Anayasa’yı daha kötü değil, daha iyi bir duruma getirecektir. “Yetmez ama evet”in mantığı da böyle.<br />
Tam çoğu kişi bu “evet/hayır”ın cenderesine sıkışmışken, bence bu olay için en iyi siyasal mücadele aracı olarak, boykot fikri ortaya çıktı. Boykot önerisini bu meselede neden en iyi tavır saydığımı açıklamaya çalışacağım.<br />
En önemli noktayı en önce söyleyeyim: Referandum meselesinde hem toplumun hem de AKP’nin içinde bulunduğu süreci demokratik yönden sınamanın ve etkilemenin birincil yolu boykottur. “Hayır”cılık, böyle bir olanağı baştan kapatıyor ve AKP’ye demokrasi havarilerini oynaması için mükemmel bir fırsat sunuyor: “Bakın, biz yolu açmak istiyoruz, onlar kapatıyorlar”. <br />
“Evet” tavrı ise, AKP’ye açık çek veriyor. AKP’ye neden açık çek verilemeyeceğini, bu referandumla ilgili gerekçeleriyle birlikte aşağıda açıklamaya çalışacağım. Bu arada, “Yetmez ama evet”çilik de, yetmezlik durumunu AKP’ye söyletmiş olmuyor, yalnızca kendisi <br />
söylemiş oluyor. Emanet oy veriyor yani. Emanet oy da verilebilir elbette, eğer daha iyi bir yol bulunamazsa. Ancak, bu olayda daha iyi bir yol var: Gencay Gürsoy’un dediğini demek, AKP’ye, senin kurduğun sandığa gitmiyorum diyebilmek. AKP, oyunu yalnız başına oynadığı sürece bunu hak edecektir.<br />
İktidar partisi AKP, paketi hazırlama sürecinde bir başına hareket etti, yani antidemokratik davrandı. Şimdi Başbakan, diğer partilerin başkanlarıyla görüşme politikası izlediğini söylüyor ama, BDP ile hâlâ görüşmüyor. Görüşmemek için her seferinde bir başka bahane buluyor.<br />
Bu süreçte AKP’nin, demokratik ilkeleri değil, yalnızca kendi partisinin çıkarlarını gözettiğini gösteren bir başka olgu şu oldu: Değişiklik paketinin Meclis’e sunulan ilk halinde, AKP’nin ve onunla benzer siyasal konumda olabilecek partilerin kapatılmasını zorlaştıran bir madde vardı. İlginç bir biçimde Meclis’ten geçemeyen o madde, Meclis’in şu anki bileşimine <br />
göre AKP’yi kapatılmaktan kurtarıyor, ama BDP’yi kurtarmıyordu. <br />
AKP pakete yalnızca kendini kurtaracak bir madde eklemekte sakınca görmemişti.<br />
Ancak, tuhaftır, maddenin BDP’yi de kurtaracağını söyleyenler oldu. Hâlâ da oluyor. En son, Oral Çalışlar, 18 Temmuz Pazar tarihli Radikal’deki yazısında, o maddeden söz ederken “bu durumda BDP’nin kapatılamayacağını da hesaba katarak...” diyordu. <br />
Ben o madde uyarınca BDP’nin kapatılamayacağı sonucuna nasıl varılabildiğini anlayabilmiş değilim. Umarım ben yanılmışımdır da AKP paketin ilk halinde bile olsa BDP’yi hesaba katmış, böylece geniş görüşlü bir adım atabilmiştir. Sonuçta madde düşmüş bile olsa, bu girişim önem kazanır, AKP’nin olumlu puan hanesine yazılırdı o zaman. <br />
Ama durum bu değil:<br />
O madde, partilerin kapatılmasını Meclis’in iznine bağlıyordu. İzin meselesini görüşmek için, Meclis’te grubu bulunan her partinin 5 üyeyle katılacağı bir komisyon kurulacaktı. Komisyonun üye tam sayısının üçte ikisi bir partinin kapatılması için dava açılmasına ‘evet’ derse Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açılabilecekti. <br />
Çalışlar, bu hükmü Meclis’te şu anki yapıya uyarladığımızda, grubu bulunan 4 parti 5’er <br />
üyeyle katılınca 20 üyeli bir komisyonun ortaya çıkacağını yazıyor. Doğru. 20 üyeden 14’ü ‘evet’ demedikçe kapatma davası açılamayacağı için en az üç partinin ittifakı gerekiyor diyor, bu da doğru. Ancak, Çalışlar, “AK Parti içindeki milliyetçi çekirdek, bu durumda BDP’nin kapatılamayacağını da hesaba katarak, bu maddeye oy vermedi” diye devam ediyor ki, anlamadığım nokta da bu: Maddeye göre BDP’yi kapatma izni verilmesi için gerekli olan en az üç partili ittifak koşulu, AKP, CHP ve MHP’yi bir araya getiremez mi? Bence rahatlıkla getirebilir ve AKP de o maddeyi bunu bilerek eklemiştir pakete. <br />
Ve bu girişim, AKP’nin son süreçteki güvenilmezlik hanesini kabartan olgulardan biridir.<br />
İktisat hocam Sadun Aren’den öğrendiğim ve sonra da hep doğrulandığını gördüğüm bir ilke var: Dinamizm ya da süreç ilkesi. Aren’in söylediği kabaca şuydu: Hiçbir nesne ya da olguya kendi başına, kalıcı ve mutlak olarak ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diyemeyiz. Dinamik açıdan, yani hangi eğilim içinde olduğuna bakarak değerlendirmemiz gerekir. <br />
Aren’in deyişiyle, iyiye giden bir kötü şey, kötüye giden bir iyi şeyden daha iyi olabilir.<br />
Demokratik gelişmenin bir gereği olan her adım, hangi iktidarın attığına bakmaksızın desteklenebilir. Ancak, Aren’in dediği gibi, bir yandan da gidişata bakarak. AKP’nin <br />
gidişatı iyi (yani demokratik) değil. Şu haliyle, “hayır”dan da öte bir güvensizlik, bir yalnız bırakma göstergesi olarak boykotu hak etmektedir.<br />
<br />
<strong></strong><a href="http://necmiyealpay.blogspot.com/">http://necmiyealpay.blogspot.com/</a>Neden Boykothttp://www.blogger.com/profile/02104613201319869278noreply@blogger.com0